8 Haziran 2023 Perşembe

93 Yazı film incelemesi

 http://www.dibace.net/sineyorum/annesiz-bir-mevsim-93-yazi/

93 Yazı Filmini online kültür-sanat platformu dibace.net'te yazdım. 


Annesiz bir mevsim: 93 Yazı


Annenin hayattaki kutsiyeti. Din, dil, ırk gözetmeden her anne çocuk ayrı bir dünya ve ayrı bir bağ. Anneyi bir tür ontolojik varlığımızın oluşma süreci olarak düşünmüşümdür hep; bu süreçte olan aksaklığın kişide yarattığı trajediler de hepimizin malumu olan şeyler. Anne bir tür kutsalımız. Özellikle çocukluk günlerimizde, onun geçirilen zaman paha biçilmez her zaman için. Annenin küçük yaşta yokluğunu yaşamış bir çocuk; o kaybı travma olarak ömür boyu taşıyor. O acı bir ömre yayılan bir gerçeğe dönüşüyor. Annesiz hayat, bizim için gizli bir köşe ve üzerine düştüğümüzde hazineye dönüşüyor. Edebiyatta annenin ölümünü en iyi anlatan dizelerden biri de Sezai Karakoç’un Anneler ve Çocuklar şiiri. Orada Anne öldü mü çocuk, bahçenin en yalnız köşesinde, elinde siyah bir çubuk, ağzında küçük bir leke” der. Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Orhan Veli, Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Cahit Sıtkı Tarancı gibi birçok şair de anne şiiri yazmıştır. Edebiyatın diğer alanlarına da anne hep bir şekilde görünür olmuştur. Fakat sinemada ağırlıklı olarak baba-oğul filmleri yer almakta, anneler şu an için sinemadan hak ettiği değeri tam olarak alamamış durumda. 

Buradan sonra bahsetmek istediğim film, Carla Simon’un 93 Yazı. MUBİ’de izlemeye açık olan film, bir tür otobiyografik. Bu haliyle yönetmeni de duygu dünyasında bir hayli zorlamış. Önce film ve gerçeklik birbirine karışmış ve sonra filmde olduğuna kendini inandırmış. Altyazı’ya verdiği röportajda şöyle diyor: “Kendi deneyimimden uzaklaşma ihtiyacını asıl, filmi çekerken hissettim. Bütün unsurları hafızamda ya da hayalimde oldukları gibi kullansam gerçekçi performanslar elde edemeyecektim. Çekimlerde gerçekçilik baskın gelir ve gerçeğin benim hayal edebileceğim herhangi bir şeyden çok daha ilginç olduğuna inanıyorum. Zihnimdeki imgelerle çekimlerin gerçekliği arasında bir denge bulmakla başa çıkmak zordu. Ayrıca, yönetmenlik yaparken hikâyenizin bazı öğelerine öncelik vermek zorunda kalıyorsunuz. Her ayrıntının çocukluğumla ilgili bir yanı vardı ve bu nedenle oyuncuların üstlendikleri rol çok önemliydi. Kendi kişisel duygularım yüzünden bazı şeyleri dayattığımı, onları dinlemeyi öğrenince fark ettim.” 

Film küçük yaşta annesini kaybeden Frida’nın annesiz yazı dayısının ve yengesinin yanında geçirmesini konu alıyor. Film boyunca çocukların dünyasından gördüğümüz anlar, bazen buruk bazen de gülümseten anlara dönüşüyor. Frida’nın kırsalda geçirdiği ilk annesiz yaz; bizi annenin yokluğunda çocuğun acısının sonsuz döngüsüne götürüyor. Frida kendinden iki yaş küçük kuzeniyle kırsalda hayatın tadını çıkarıyor gibi baktığımızda öyle anlara denk geliyoruz ki; annesiz kalmanın hüznünü taşıyor. Zaman zaman hırçınlaşması, kuralları alt üst etmesi ve annesinin akibetini henüz içselleştirmemiş olması, onun dünyasından iç benimize tutulan bir ayna. Annenin yokluğunu kabul etmeye yanaştığı sonda bizde de boğazda bir yumru kalıyor. Çocuklar annesiz kalmamalı gibi bir slogana götürüyor bizi. Frida’nın bu buruk ama samimi hikayesi izledikçe bizi kendine çeken bir döngüde devam ediyor. Belki buraya da uygun düşen Yahya Kemal’in Ufuklar şiiri. “Annemin naʹşını gördümdü, bakıyorken bana sâbit ve donuk gözlerle, acıdan çıldıracaktım, aradan elli dokuz yıl geçti, ah o sâbit bakış elʹan yaradır kalbimde, o yaşarken o semâvî, o gülümser gözle, ne kadar engin ufuklardı bana”

Annenin yokluğu ve çocuk dünyasının izlerini takip etmek isterseniz, filmi görmeniz en iyisi olacaktır. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SAYIKLAMALAR İKİ

 SAYIKLAMAR İKİ En son ölüm gelir yine de erken deriz diyordu biri. Sahi sonda mı geliyor ölüm, her şey tamam olduğunda mı geliyor. Yakınını...