7 Ağustos 2025 Perşembe

SAYIKLAMALAR

 SAYIKLAMALAR

 


Köydeyim, İstanbul’dan bir hayli uzak bir köy burası. Karadeniz köylerine en azından fotoğraflardan aşinasınızdır. Muhteşem doğası, ırmakları, dereleri, ormanları. Köy dediğimizde aklımıza gelen birçok gerçeklik burada da var; rahat ulaşımın olmaması, elektrik ve su kesintileri, bir ihtiyacınız çıktığında ilçeye ya da beldeye gitmek zorunda kalmak. Sanırım Türkiye’nin her yerinde manzaralar böyle söz konusu köy olunca.

............

Çocukluğum o büyülü gerçekliğim, nereye gitsem beni terk etmeyen o muhteşem duygu. Annemin ve babamın hayatta olduğu yıllar, dünyaya karşı kendimi en pozitif hissettiğim o dönem. Oynadığım bahçe, hayvanları otlattığım çayırlar. Meyve ağaçları; armutlar, elmalar, kirazlar, töngeller, çilek ve böğürtlen. Dereler en çok da dereler. Şarkıda Ordu’nun dereleri aksa yukarı aksa, vermem seni ellere Ordu üzerime kalksa diye anlatılan o dereler. O derenin yukarı kalkması o kadar imkansızdır ki; ve bu muhteşem bir aşk tanımlamasıdır, bu coğrafyayı bilen için. Fakat çocukken aşık değildim, böyle bir aşkın tarafı olmadım, burada.

...........

Aşk zaten nasıldır ki; benim için matris gibi, sürekli bir insanı çözmeye çalışmak, sonra çocukça bir oyuna da çeviririm bunu, zevk almak pahasına yaparım bunu, çünkü bu bana eğlence katar. Sezai Karakoç dizesi, bir insanı çöz çöz çocuk olsun. Sahi çocuk olmak ne muhteşem duygu. Burada bir dağ başında geçen çocukluğumun o muhteşem evini her aşık olduğumda özlüyorum. Birden hayattan almam gereken ilhama götürüyor beni. Halbuki aşk sadece çiledir zevkten çok. Ama güzel aşklar da vardır, denk gelirsin ve bu denk geliş muhteşem bir olaydır. Yaşarsın, yaşlanırsın, iyi biter kötü biter bir gün biter ama işte bu kutsal olan aşk.

Bazen sorarım kendime aşk nedir senin için diye; çocukluğumun en muhteşem sahnesi gelir aklıma. Burada yaklaşık dört beş ay kar yağıyordu, kar o kadar yağıyordu ki, kalınlığı iki metreyi buluyordu. Evden çıkamıyorduk, sadece bir odada soba yanıyordu, yemekler pişiyordu, sohbetler ediliyordu, ben oyunlarımı oynuyordum, sonra karşı dağları seyrediyordum pencereden, göz alabildiğine her yer bembeyazdı. Bu muhteşem duygunun adıdır aşk bende. Her yer ulaşılmaz olur sadece bir yer ulaşılabilir olur ve her yer bembeyaz. Bu aşk değilse nedir..

..........................

Gelmeden Turgut Uyar Şiirinin Oluşumu’nu okumuştum, aklıma takılan birçok soru vardı, Enis Akın’la görüştük, birçok soruyu sordum. Aslında Turgut Uyar dediğimiz adam, şiirde zirve dersek dönemi için haksızlık etmeyiz. Ama benim favori zirven elbette Sezai Karakoç. Neyse, Turgut Uyar, politikasız diyemeyiz politikalı demememiz için de çok bir bulgu yok elimizde, bazı doneler, etrafı solcularla dolu, ve dönemin şartları, bunların etkisinde kalıyor elbette ama hiçbir zaman aksiyoner olarak görmüyoruz onu. Atatürk’ü seviyor, Naat yazıyor, bazı sosyalist arkadaşları var, kadınlara olan bakışı şiir temelli söylüyorum pek de pozitif değil, ama bir bütün olarak baktığımızda; sanki bir dağın zirvesinde, dağı oluşturan çok şey vardır elbette, toprak, orman, kayalar. Turgut Uyar da böyle biraz. Özel hayatı da bir hayli dolambaçlı, erken evlilik, çocukları, sonra birkaç evlilik daha, iş gereği Anadolu seyahatleri. O dönemde bir insanı geliştirebilecek şeyler bunlar elbette. Ama Bilge Karasu ile yakınlığı ona yeni bir yol açıyor. Aralarındaki muhabbetin ileri seviyede de olması üzerine de düşünüyoruz. Hayat bu her şey mümkün bölümü. Korkulu Ustalık’ı okurken, şiir üzerine beni çok açmıştı. Efendimiz Acemilik yazısında; şiirde ne kadar ustalaşırsak ustalaşalım, bir yanımızda acemi duygular kalmalı diyordu. Ben bunu hayata bakış olarak da okumuştum. Şair dediğimiz her yolun gideni, her yerin uçanı olmamalı değil mi. Bir şeyler eksik olmalı. Hayat karşısında bir tamamlanma ya da sürekli bir tamamlanma, tehlikeli bence. Bunun üzerine çok düşünürüm. Neyse Turgut Uyar güzel adam, iyi ki yazmış, iyi ki yaşamış.  

...................

Mutlu çocukluğumu hatırlamak için geliyorum bu köye. Her yaz gelemesem de mümkün oldukça gelmeye çalışıyorum. Çayırlarında gezmek, meyvelerini yemek, derelerine inmek beni hala mutlu ediyor. “Dünyaya bir kez çocukken bakarız. Gerisi hatıradır” diyordu Louise Glück. Belki böyle bir şeydir bendeki de. Pasajlar Dergisi’ne bakıyorum, Ekofeminizm üzerine. Doğaya şiirlerimde sıklıkla yer veriyorum, belki bir kadın olarak doğaya daha yakın hissediyorum kendimi. Belki de bir kadın olma sorumluluğunu tüm boyutlarıyla taşımak için yapıyorum bunu. Dergi genel olarak; eril tahakkümün yasalarının doğa içinde geçerli olduğu tezi etrafında dönüyor. Evet bunu biliyoruz. Kapitalizm de doğaya hükmetme derdinde. Dünya genelinde de böyle bizde de artık durum pek farklı değil. Son çıkan maden yasasıyla birlikte gelecek yıllarda bunun etkisini daha çok hayatımızda hissedeceğiz. Türkiye genelinden ziyade daha lokal bakmak istiyorum. Bizim Perşembe Yaylamız var, menderesleriyle ünlü, sanırım bu doğası sadece bu yaylada var Türkiye’de bir de Van’da var diye kalmış aklımda, o kadar nadide bir yayla işte. Oraya geçen yıl maden aramaya geldi bir şirket, halk karşı çıktı, durduruldu ama yine gelemeyecekleri ne malum. Artık talan bu kadar içimizde, gelecek yıllarda bunun iki katına çıkacağını söylemek hayal değil. Doğaya dişil bakış üzerine de düşünmeye devam etmek gerekecek diye düşünüyorum.

.................

 Muhabbeti balla bölüyorum ama burada bitirmek istiyorum. Sigara içesim geldi, vakit bulursam tekrar yazacağım. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SAYIKLAMALAR İKİ

 SAYIKLAMAR İKİ En son ölüm gelir yine de erken deriz diyordu biri. Sahi sonda mı geliyor ölüm, her şey tamam olduğunda mı geliyor. Yakınını...