5 Mart 2023 Pazar

sinema ve düşünce

Butimar Dergisi'nin Sezai Karakoç özel sayısı için yazdığım yazı.  


SEZAİ KARAKOÇ’TA SİNEMA DÜŞÜNCESİ

Türk Sineması deyince ne anlaşılması gerektiği konusunda her zaman kafalar karışır. Yeşilçam'a mı Türk Sineması demeliyiz, Ömer Lütfi Akad, Metin Erksan, Halit Refiğ çizgisine mi? Bir de son yirmi yılda varlıklarını yoğun bir şekilde hissettiren Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Semih Kaplanoğlu çizgisi var. Ara dönemlerde de Yılmaz Güney gibi isimlerin varlığı söz konusu. Sahi neye Türk Sineması diyoruz? Ya da Türk Sineması dediğimiz zaman bir akımdan bir düşünce etrafında gelişmiş bir sinema olgusundan söz edebiliyor muyuz? Bundan söz edemiyoruz bunun çeşitli sorunları var ve Türkiye has gerçekler bağlamında ele alınması gereken bir konu. Türk Sineması dendiğinde daha çok belli başlı yönetmenlerden söz edebiliyoruz. Türkiye'de sinamayı bir millet meselesi olarak ele alan düşünür, yazar sayısı da yok denecek kadar az. Biz bu yazıda; Sezai Karakoç'un otuz yıl önce kaleme aldığı bir sinema yazısına yakından bakacağız. Sezai Karakoç sinema karşısında neyi öneriyor, bunlar etrafında dolanacağız. Karakoç'un elbette 1960'lı yıllardan itibaren sinema üzerine yayınlamış birçok yazısı mevcut. Kitaplarını okuyanlar bunlara denk gelmiştir. Ayrıca Sezai Karakoç'ta sinema düşüncesi diğer edebi üretimlerine de yansımıştır. Şiirlerin de sinemanın izleri dikkatle bakıldığında görülebilecek bir gerçekliktir. Yine İslamî camiada bir dönem üzerine çok yazılan "rüya sineması" kavramı Karakoç'a aittir. Bu kavram önermesi üzerinden birçok isim sinema ve hakikat bağlamında yazılar kaleme almıştır. İhsan Kabil, Sadık Yalsızuçanlar, Ayşe Şasa bu kavram etrafında yazmıştır. Enver Gülşen'in de hakikat sineması ekseninde yazdığı yazılar bu bağlamda ele alınabilir.

 

SİNEMA CİDDİYE ALINMALI

Karakoç 1988 yılında yazdığı sinema başlıklı yazısında; öncelikle sinemanın önemine vurgu yaparak başlamaktadır. Sinemayı televizyonla kıyaslarak sinemanın insanlar üzerinde daha fazla tesiri bulunduğundan söz etmektedir. Ayrıca sinemayı, tiyatro gibi sosyal hayatın içinde bir alan olarak görmektedir. Burada sinemanın toplumsal bellekteki önemi de vurgulanmıştır. Sinema televizyon kıyaslamasında da sinemaya has bir özelliğe değinmektedir. Büyük ekranda izlenen bir film, insanı daha fazla o atmosfere ait hissettirmektedir. Sinemanın insan üzerindeki etkisi alanında bu geçmişten beri vurgulanan bir gerçekliktir. Bununla birlikte sinemayı devlet tarafından başıboş bırakılmış bir alan olarak görmektedir. O zamanlar henüz sinema genel müdürlüğü kurulmamıştır. Sinema, bir müessese olarak hizmet vermemektedir. Bunun yanlış olduğunu savunan Karakoç, devletin sadece sinemaya sansür uygulayarak, sinemanın gerçek etkisini görmezden geldiğini hatırlatmaktadır. Sansürün de anlamsız bir uğraş olduğuna değinmektedir. Devletin sinemaya daha fazla destek vermesi gerektiğini ve sinemayı ciddiye alması önermektedir.

 

SANAT OLDUĞU GERÇEĞİ UNUTULMAMALI

Sinemanın yedinci sanat olduğunu özellikle ifade eden Karakoç'a göre; bu sanat ihmale gelmez. Şiir gibi edebiyat gibi büyük sanatlardan biridir sinema. Bu ciddiyetle yaklaşılmalıdır. Sinema sektöründe teknik açıdan kusur bulunmadığını hatırlatan Karakoç, sanat açısından ise sürekli düşüş gösterdiğini hatırlatmaktadır. Bu savını Yeşilçam filmlerini örnek vererek güçlendirmektedir. Fakir kız, zengin oğlan etrafında dönen Yeşilçam melodramlarının Türk sineması olarak kabul edilemeyeceğini savunan Karakoç, bunun karşısnda manevi değerlerini öne çıkaran, milletin ruh dünyasını önceleyen yapımların yer alması gerektiğini savunmaktadır. Üzerinde iyice düşülmüş senaryolar, güçlü edebiyat uyarlamaları ortaya çıkmadığı sürece Türk sineması denen bir gerçeklikten söz edilemeyeceğini önemle vurgulamaktadır. Karakoç'a göre Yeşilçam'ın tek faydası eski İstanbul görüntülerini içinde barındırmasıdır. Yeşilçam'ın bu özelliği, paha biçilemez belge niteliğindedir. Nasıl bir sinema anlayışı olması gerektiğinden söz ederken ise şu ifadeleri kullanmıştır; "Meşhur değil meçhul, genç, yeni yeteneklerden oyuncu, meçhul değil meşhur edebi eserlerden senaryo esasına dayanan, kendi kültürümüzü, inanç ve ahlakımızı, kendi öz hayatımızı esas alan bir sinema kurulmadıkça, sinemamız var denilemez. Suni, köksüz, çağ dışı sanat zevkini öldürücü, bir sinemaya sinemamız demek mümkün değildir. Elbette ki onun bahsettiği manevi sinema anlayışı Kanal 7 ve TGRT’de sıkça görmeye alışık olduğumuz yapımlar değildir. Yapımların sanatsal değeri olması gerektiği gerçeği göz ardı edilmemelidir.  

BU FİKİRLER TARTIŞILMALI

Karakoç bu yazıları bugün yazıyor olsa elbette üzerine daha güncel şeyler söyleyecektir. Ama metnin ruhunda değindiği sorunlar günümüzde farklı bir boyut kazanarak devam etmektedir. Hala Türk sineması dediğimiz şeyin ne olduğuna dair net bir tanım yoktur. Belli başlı yönetmen adları sayabiliriz. Batıda ve başka birçok ülkede örneklerini görebildiğimiz akımlar Türkiye'de varlık gösterememiştir. Bir akım bir ekol etrafında yapılan işlerden çok bireysel işlerden söz edebiliriz. Belki bunun yolu,  Sezai Karakoç gibi düşünürlerin ortaya attığı fikirleri daha çok tartışmaktan geçiyor.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SAYIKLAMALAR İKİ

 SAYIKLAMAR İKİ En son ölüm gelir yine de erken deriz diyordu biri. Sahi sonda mı geliyor ölüm, her şey tamam olduğunda mı geliyor. Yakınını...