ÇETO Dergisi'nde yayınlanan film incelemesi.
Çocukça bir erdem klasiği: Cennetin Çocukları
Gece olunca herkesten gizli
Bir işimiz vardı çok garip.
Ayakkabıları dizerdik kardeşimle
Hırsızlar gibi taşlığa inip.
Fazıl Hüsnü Dağlarca
Çocukluk, dilsiz hazinemiz. Hayatın belki de en kaygısız zamanları. Anlamsız parçaların bir araya gelip bir bütün oluşturmak için yaşandığı yıllar. Anne ve baba arasında en uzun yolculuk. Kimimiz için çok keyifli kimimiz için yorucu, acımasız. Ama bir ‘ben’in adım adım doğuş yılları. Kim kendini soyutlayabilir ki; ailenin gölgesinde serinlediği o yıllardan kim kaçabilir ki, gözünün göze değdiği bir sevinç anından. Bazen bir bayram günü, bazen okula başladığın ilk gün, bazen mektepte geçirilen ilk dakikalar. Elif ve ondre arasında bağlantı kurduğun yıllar. Herkes için özel ve anlamlı değil midir orası. Yaş alırız kalbimiz heyecanlandığında ya da yorulduğunda orada durur. Çünkü oradadır, yeryüzündeki ilk kalkışma, yakınlaşma. İşte o büyük gölge çocukluk üzerine bizi bir yolculuğa çıkarak bir filmden bahsetmek istiyorum. Film İran yapımı, yayınlandığı yıl olan 1997’de de olumlu tepkiler almış. Cennetin Çocukları. Mecid Mecidi’ye ait olan bu film İran Yeni Dalgası açısından da ayrı bir yerde duruyor. İran Sineması’nda çocuk temalı filmlere çok sık denk gelebilirsiniz. Bunun bir nedeni de devrim sonrası sinemaya koyulan kurallardır. Bunu aşmak için bir çok yönetmen çocuk dünyasına başvurmuştur. Burada biraz Mecid’i sineması ve İran Yeni Dalga’yı açımlamaya ihtiyaç var. 1960’lı yılların sonuna doğru yeni dalga akımı başgöstermiş, filmlerin dili entelektüel bir hal almaya başlamıştır. Yerelden evrensele bir çizgide devam eden bu filmler, şiirsel bir bellek ortaya koymuştur. Majidi bir söyleşinde “devriminden önce İran, halısıyla, fıstığıyla ve petrolüyle tanınıyordu, ama devrimden sonra sinemasıyla tanındı. Sinema aracılığıyla dünya halkı İran kültürüyle tanıştı” ifadelerini kullanmaktadır. Günlük yaşamın sıradanlıklarına uzanan hikayelerde gerçeklik kullanımı belgesele yakın bir anlama kavuşmuştur. Yeni Dalga akımını başlatan ve Avrupa’da da övgü alan film Mehrjui’nin “İnek” adlı filmi olarak görülür. Ancak bunun daha öncesi vardır. 60’da çekilmiş olan ‘Kara Ev’ adlı film aslında İran yeni sinema dilinin ilk örneği ve kendinden sonra gelen kuşağa da bir bakış açısı kazandırmış ve öncülük etmiştir. İran Yeni Dalgası’nın öne çıkan ve dünyaca ünlü festivallerde ödül alan yönetmenleri; Kiarostami, Ferruhzad, Beyzai, ve Kimyavi’dir.
Filme gelecek olursak; Ali ve Zehra iki kardeştir. Hasta bir anne fakir bir baba vardır. Bu iki kardeşin birinin ayakkabısı yoktur. Okula gitmek için dönüşümlü olarak aynı ayakkabıyı kullanırlar. Okulda bir gün bir yarışma düzenlenir, üçüncülük ödülü de ayakkabıdır. Ali yarışmaya katılıp spor ayakkabıyı kazanmaya kararlıdır. Kardeşini sevindirmek ister ama yarışmada birinci olur. Ali buna hiç sevinmez ve üçüncü olamadığı için kahrolmuştur. Sıradan gibi duran bu hikaye film ilerledikçe, insanın içine işleyen bir drama dönüşür, bu dram adeta hayattan kurgulanmış bir görüntü değil hayatın kendisidir. Bu film İtalyan Yeni Gerçekçiliğin kült filmlerinden olan Bisiklet Hırsızları ile karşılaştırılır. Ama Mecidi’ye göre arada fark vardır ve o farkı da şöyle dile getirir; “Batı inancında insan doğanın ve şartların esiridir, hareketleri zorunludur. Fakat bizim inancımızda insan şartları değiştirebilir, hatta kelâmdaki tabiriyle insan irade sahibidir. Batı anlayışında insan mecbur kaldığında her şeyi yapabilir, insan öldürebilir, katliamlar yapabilir. Oysa bizde bu böyle değildir, her zaman manevî değerler daha üstündür. Dolayısıyla Cennetin Çocuklarında gördüğünüz fakirlik utanç verici bir fakirlik değil aksine içinde izzet, onur, ihtişam barındıran bir fakirlik”. İslam öğretilerini hayatına rehber edindiğini ve bu dili filmlerine de yansıtmak istediğini söyleyen Mecidi’nin filmlerinde anti kahramanlar tamamen kötü insanlar değildir. Mecidi’nin filmografisi incelendiğinde de doğru-yanlış, iyi-kötü, helal-haram ayrımı yaptığı görülebilir bir gerçektir. Filmde fakir olarak gördüğümüz baba caminin şekerlerini kırmaktadır, o sırada kızından çay ister, kızı çayı getirdiğinde önünde duran şekerlerden kullanmak yerine evin şekerini kullanmayı tercih eder. Neden böyle yaptığına soran kızına ise; bu şekerlerin kendisine emanet olduğunu onları izin almadan kullanamayacağını söyler. Baba figürü burada İslam geleneğine uygun olarak fakir ama erdemli bir insandır. Aynı zamanda merhamet dolu. Cennetin Çocukları, insani ilişkiler, çocuk dünyası, erdem üzerine kurulmuş bir örgüdür. Bir de Ali’nin birinci olduğu halde hiç mutlu olmaması insanı hayata sorgulamaya iter. Mesele başarıda en üst noktada olmak mıdır, ihtiyaçlarının karşılandığı bir yerde bulunmak mıdır? Filmi izledikten sonra bunun üzerine uzunca düşünmeye vaktimiz kalıyor. İnsanın ruhuna ve düşüncesine naifçe dokunan Cennetin Çocukları izlenmesi ve üzerine düşünülmesi gereken bir film.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder