29 Kasım 2023 Çarşamba

petroleus'ta yayınlanan şiirim


online şiir sitesi petroleus' ta yayınlanan şiirim:



dünyanın bütün localarında bir koltuğun var

bir otel locasında ya da kafesinde
mendil satan bir sokak çocuğu oturamaz
bu yer yüzüne inen ilk insanlık bilgisi
eğer bazı bilginler bunu
yorumlayacak olsa
mutlaka şöyle derdi;
ayrı ve bitişik tüm insanlık
bu eşitliğin tarafında değil
eğer bunu arama motoruna yazsaydık
kafe önlerinde mendil satacak kadar
oraya yaklaşabildiklerine inanırdık
eğer bunu da bir ekonomiste
yorumlatsaydık
şöyle diyecekti;
dünyanın başında ve sonunda
ona layık görülen özgürlük bu kadar
o zaman bütün localarda oturan
benler ve bizler
bazen uykuyla, uyanıklık arasında
bazen burası yanlış diye
öfkeyle doğrulurken
bazen düş gördüm ve tüm dünyaya yetiyor derken
bazen içimde bir evren
ayaklanıyor derken
bazen dünyanın çöp konteyneri etrafındaki
beni boğuyor derken
birden kendime çocuğun ne zaman
bu yer yüzüne ait ve içinizden biri olarak
bu şehre ait ve sahibi olarak
ne zaman onu yüreğindeki
ayaklanmaya denk bir
aşırı yorumuna denk geleceğin
ya da bir tür kendi yorumu olarak
dünyanın başında ve sonunda
bir gün mutlaka
kendine aşırı inanmanın
bir kalp çarpıntısı sonrası gerçekliğiyle
haykırıyorum
haykıralım
herkes haykırsın
ve cevap için üç kere daha tekrarlayalım
senin dünyanın bütün localarında
ayrılacak bir koltuğun var

20 Kasım 2023 Pazartesi

Sahi "anne" olmak zorunda mıyız?

 

Sahi “anne” olmak

zorunda mıyız?


Agnes Varda, kadın olmayı en temel anlamda; kadın cinsel organıyla doğmuş olmak diye tanımlıyordu bir filminde. Türkiye’de kadın olmanın başka zorlukları var. Muhafazakar ya da seküler bir kadınsanız, aslında birbirinden uzakmış gibi görünen bu tanım da kadın olduğunuzda ortak bir noktada buluşuyor; yani erkekler size, kim olmanız gerektiğini sürekli, söylüyor, dayatıyor ve gerekirse zor kullanıyor.

Türkiye kadın olmak son yılları saymazsak; her anlamda edilgen olmayı da kapsayan bir gerçek. Akşam eve geç gelme, geç saatte taksiye binme, evinde otur, yemeği, temizliği yap, çocuğunun bakımını üstlen. Abinin, babanın sözünü dinle, çok erkek arkadaş edinme, seni bir erkekle görmüşler o kim. İş yerindeki erkelerle gülerek konuşma. Ailene bağlı ol, evlenen kadar sevgilin olmasın. Bu liste uzayıp gider fakat bu tanımlamalara denk gelmeyen kaç kadın bulabiliriz bu toplumda tam bilmiyorum.

Geçtiğimiz günlerde; +90 YouTube kanalında bir konu gündeme getirildi, benim de zaman zaman üzerine düşündüğüm bir konu. Anne olmak zorunda mıyız? Eğer anne olmazsak ne olur.

Açıkçası en genel anlamda; toplumda karşılaştığım örneklere bakarak söyleyebilirim ki, erkek baba olmadığında bu aşağılanmaz ya da onun bir eksiği gibi görülmezken, kadın anne olmadığında bu sanki onun bir özrü varmış gibi anlaşılıyor.

Eğer kadın anne değilse, tam kadın olmayacağını savunan milyonlarca insan bulabiliriz ama bir erkek baba olmadığında onun erkekliğinde bir kusur sayılmıyor bu.

Sahi, dünyanın hızla iklimi değişirken; yani, doğal afetler, savaşlar, ayyuka çıkan eşitsizlikler kol gezerken böyle bir evrende kadın çocuk yapmak zorunda mı?
Dünyayı geçelim, kendine daha fazla zaman ayırmak, kariyerine odaklanmak ve gelecek hayallerini gerçekleştirmek için bir kadın, çocuk yapmaktan vaz geçerse ne olur?

Mesela evlenen çiftlere en sık sorulan sorulardan biri, ne zaman çocuk yapacaklarıdır. Eğer çocuk yapmıyorlarsa; bu ancak kısırlık gibi bir hastalık bahane edilerek mümkün olabilir.

Bu temel ayrım erkekler istediği kadar bekar yaşayabiliyorken; bir kadın ilerleyen yaşlara kadar bekar yaşadığında da ortaya çıkıyor, sanki kadının uzun yıllar bekar yaşaması suç ve kabul edilemez bir şey ama erkek için yaratılmış böyle bir suç yok.

Kadın kendini; işine, hobilerine, akademiye, sosyal hayata verebilir ve daha fazla zaman kazanmak için çocuk yapmayı düşünmeyebilir, bunu ne zaman normal karşılarız tam bilmiyorum. Ama şu an bütün algılar, kadını çocukla özdeşleştiriyor. Nasıl yani çocuksuz hayat. Bazen geç evlenirsem çocuk yapmayacağımı konuştuğumda, mutlaka yap ya da evlatlık al yorumlarına muhatap oluyorum. Benim çocuksuz bir hayatı seçme özgürlüğüm var mı yok mu muğlak bir durum. Varsa bile bu bir özrün sonucu olabilir ya da ben yarım insan sayılabilirim.

Kadınların çocuksuz bir hayatı savunması da abes kaçan konulardan biri; nasıl savunabilir, ne kadar vicdansız.

Vicdanla ilgili mi bilmiyorum ama kadınların, evlenmek gibi bir zorunluluğunun olmamasının yanında, çocuk yapmak gibi de bir zorunluluklarının olmadığını savunuyorum.

Bir de bu toplumsal baskı; belki anne baba olma konusunda kendini yetersiz gören insanlara da ebeveynlik sorumluluğu yüklüyor ve mutsuz aile tablosunun bütün sorumluluğunu çocuklar üstlenmek zorunda kalıyor.

Hatta evlenmeden önce ya da sonra insanların ebeveyn olabilirler ya da olamazlar diye bir teste tabi tutulmalarını savunuyorum. Herkesin ebeveyn olmasını da sağlıklı bulmuyorum.

Ben kadın olmanın; istediğin hayatı seçme özgürlüğüne sahip olduğumuz bir düzleme ulaşma noktasını savunuyorum, Türkiye gibi muhafazakar bir toplumda bu ne kadar mümkün pek bilmemekle birlikte bunu savunuyorum.

Ayrıca devlet büyükleri de ülke nüfusunun ilerleyen yıllarda yaşlanacağını göz önünde tutarak insanlara üç çocuk yapın tavsiyesinde bulunuyorlar; peki bu üç çocuğu geçindirecek imkan bu halkta var mı, burası da muğlak bir soru.

Toplum olarak hazır olmadığımız “kadınlık” algısını değiştirmek belki de güç olacak fakat kadının özgür olduğu bir dünyayı hayal etme isteği de hep var olacak diye düşünüyorum.

Anne olma zorunluluğumuz olmadığı gibi; erkelerin bize kim olduğunu gösterme, öğretme ve dayatma hastalığından da vaz geçmelerini arzuluyoruz.

17 Kasım 2023 Cuma

Sezai Karakoç üzerine podcast yayını


Sezai Karakoç'un vefatının ikinci yıldönümü dolayısıyla Anadolu Ajansı podcast yayınında yaptığım konuşma. 



Anadolu Ajansı linki:
https://www.aa.com.tr/tr/podcast/sezai-karakoc-u-manevi-kizi-genc-sair-zeynep-karaca-anlatti/3055187 

Elmalar filmi üzerine inceleme

 
Elmalar filmi üzerine online kültür sanat platformu edebiyatburada.com'da yayınlanan yazım. 

Biodaki Linki Tıklayın/şiir/ orlando


Orlando Şiir'in kasım sayısında yer alan şiirim. 


BİODAKİ LİNKİ TIKLAYIN 

yazının tamamı biodaki linkte 
okuyun hep birlikte okuyalım 
emeğimizi eşit olmayan şeyler üzerine 
harcıyoruz 
alın terimiz fazla değersiz 
aşk gibi muhteşem bir hikayemiz var 
göz göze gelmekten 
içimizde kalan infilak 
elini tutmamışız bir aşkın 
uzanmamışız bulutlara 
yeryüzüne göz ucuyla bakmamışız 
sömürgeciler 
kaldıkları ülkenin henüz en değerli 
madenini, altınını ve benzinini 
yeteri kadar kullanmamış 
savaşlar henüz 
bir kalbi paramparça etmemiş 
henüz savaşlardan yana 
oy kullanmamışız 
dünya henüz aşırı iyi şeylere 
sevinçlere 
ve ait olmaya hazır değil 
maden işçileri ve inşaat işçileri 
ölmek için çok şeye ihtiyaç duymuyorlar 
bir hata bir ayak kayması bir patlama 
henüz yeterli ölüm için 
iklimler de iyice değişiyor 
yazlar artık cehennem artığı 
kışlar fazla soğuk, buzul esintisi 
yazının tamamı biodaki linkte 
bütün sömürüleri buradan okuyabilirsiniz
bütün güçsüzlerin gücünün 
yeterli bir ah olmadığını 
dünyayı ters döndermediğini
aşırı başımız ağrıyor 
bazen yalnızlıktan 
bazen sinirden 
bazen hırsımızdan 
her şey çok aşırı bu dünyada 
eşit ve özgür değil ne dil ne kalp ne yaşam 
siz yine de yazının tamamını 
biodaki linkten okuyabilirsiniz 

29 Ekim 2023 Pazar

Bu Cumhuriyet Ne Kadar Benim?

 

Bu Cumhuriyet

ne kadar benim?

Türkiye Cumhuriyeti bugün 100. yaşına girdi. Bununla gurur duyuyoruz. Herkesin ortak duygusu olmalı bu, fakat Cumhuriyet 100 yıl boyunca herkese iyi davrandı mı? İmparatorluktan kalan bakiyesi olan farklı din ve mezheplerden insanlara iyi davrandı mı? Bu ülkede Gayrimüslimler, Kürtler, Aleviler Cumhuriyet’e ait olmaktan mutluluk duydular mı? Hatta 20 yıllık iktidarına rağmen başörtüsü ve imam hatipler üstünden Sünni dindar kesimi de, 28 Şubat’ta mağdur etmedi mi? Her yönetimin günahları vardır. Cumhuriyet bunlardan uzak değil elbette. Peki bu Cumhuriyet gerçekten halkın dostu, köylünün dostu, seyyar satıcının, işçinin dostu oldu mu? Yani bu Cumhuriyet hiç sosyalist olmayı düşündü mü? Bunlar Cumhuriyetimizin bariz günahları ya da hataları desek ve hatasıyla günahıyla Cumhuriyete sahip çıkmaya çalışsak nasıl olur sorusunu sormak istiyorum bugün.

Özellikle kadınlar ve onlara vaatleri bağlamında konuya yaklaşmak istiyorum. Cumhuriyet ile kadınların kazandığı haklar neler diye şöyle bir Google taraması yaptığımızda karşımıza şunlar çıkıyor. “1930: Kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanındı. 1930: Doğum izni düzenlendi. 1933: Kız çocuklarına mesleki eğitim vermek amacıyla Kız Teknik Öğretim Müdürlüğü kuruldu. 1933: Köy Kanunu'nda değişiklik yapılarak kadınlara köylerde muhtar olma ve ihtiyar meclisine seçilme hakları verildi.”

Kadınların haklarındaki bu değişikliği; Osmanlı’nın son döneminde tartışmışlar elbette. Cumhuriyet’in Meşrutiyet ve Tanzimat’ın devamı olduğunu var sayarsak, o dönemde kadının eğitimden sosyal hayata katılmasının yolları biraz açılmıştı, Cumhuriyet ile tam açılmış oldu. Bana seçme seçilme hakkı vermesi, beni bir erkekle eşitlemesi bugün için çok da bir anlam ifade etmese de; o dönemim şartlarında büyük bir gelişme.

Yeri evi, kocasının yanı ve çocuklarının korumasına ayrılan kadın birden seçme ve seçilme hakkına kavuşuyor. Bu kazanımı küçümsemek elde değil. Kız okullarının kurulma tarihi de Abdülhamit dönemine kadar gidiyor. Cumhuriyet’le yaygınlık kazanıyor. Cumhuriyet’in bir ferdi olarak okumuş olmak ve bu güne gelmek mutluluk sebebi.

Ama bir yandan da bir İmam Hatipli olarak; 28 Şubat’ın mağdurluğunu yaşadım. Bana okuma hakkı veren Cumhuriyet ile beni başörtülü olduğum için okula almayan Cumhuriyet aynı Cumhuriyet miydi? Bunu düşünüyorum. Düz bir mantıkla Kemalizmin mağduru oldunuz demek doğru olabilir belki. Ama Cumhuriyet’in bir bireyi olarak okuma hakkı tanınan bir insana; kılık kıyafetinden dolayı eğitimin dışında bırakmak, nasıl bir anlayış olabilir diye düşünmek de şart. Kimseye kin tutmuyorum, kimseye intikam duygusuyla bakmıyorum. Başkaları da mağdur olmasın diye kendi haklarıyla ilgili verdikleri mücadelede destek olmak istiyorum. Ama bu benim geçmişte hakkım yenilmediği anlamına gelmiyor. Ve demek ki; büyük ve kutlu Cumhuriyet herkes için eşit ve özgürlükçü değildi diye düşünüyorum. Bu günün mağdurları da başkaları. Buralara bakınca Türkiye’de iktidarların yarattığı ve kafasına göre kullandığı bir Cumhuriyet olduğuna inanıyorum.

Bu tatsız günahı geçersek; bir kadın olarak ve emeğiyle bir noktaya kadar ulaşmış biri olarak, Cumhuriyet’in sunduğu haklarla bu güne kavuşmuş olmayı, önemli ve anlamlı buluyorum. Cumhuriyet kadına erkek kadar eşit olma hakkını tanımasaydı, ben bugün belki köyünden hiç çıkmamış, köyünde evlenmiş ve çocuklarının annesi olan bir kadın olacaktım. Fakat bu hayatı babaannem yaşadı, annem yaşadı ancak bana gelince; daha eşit bir yurttaşlığa kavuştum. Cumhuriyet’in temelinde yer alan eşit yurttaşlığa kavuşmak da bir hayli zaman aldı yani.

Bugün gelinen noktada; eksisiyle artısıyla, bir Cumhuriyet’le yönetiliyor olmanın avantajlarını yaşıyoruz. Yönetim şeklimiz Cumhuriyet olmasaydı belki bu daha büyük kitlesel mağduruyetlerin önünü açacaktı; bunun için bize bu vatanı yurt edip Cumhuriyet’i bahşeden başta Mustafa Kemal ve silah arkadaşları olmak üzere belki bir vefa sunmamız gerekiyor.

Fakat söylemeye çalıştığım; Cumhuriyet’le yönetilsek de her dönem mağdurunu yaratıyor Türkiye. Kadına seçme seçilme hakkı verilmesi, kadının cemiyet yaşamında erkekle eşit noktaya gelmesi, kadının özgürce seçim yapıyor olması elbette minnet duyacağımız şeyler. Ama eşitlik, adalet, demokrasi noktasında geldiğimiz yerde artık; mızrak çuvala sığmıyor. Cumhuriyet’e belki kendini yenilemeye; eşit yurttaşlık hakkında kendini güçlendirmeye ihtiyaç duyuyor. Yasalarını beyaz Türklerden alıp gerçek sahibi olan vatandaşa vermeli.

17 Ekim 2023 Salı

Kadınsın, şairsin, kamusalsın, peki buna erkekler inanıyor mu?

 

Kadınsın, şairsin, kamusalsın,

peki buna erkekler inanıyor mu?


Şiir ve kadın. Bu iki kelime en çok hakkında şiir yazılan kadınlar üzerinden bir araya geliyor. Kadının şair olduğu ve şiir yazdığı gerçeğini tam olarak yeni kabulleniyoruz. Nazım Hikmet’in büyük aşkı, Sezai Karakoç’un unutulmaz Mona Roza’sı, bize hep kadının yerinin ancak bir erkeğin gözünden şiir yazılan yani edilgen bir noktaya götürüyor. Şairler ve büyük aşklarında özne kadının sadece aşka değer görülen aşkı yüceltilen olması. Tomris Uyar’ın çok iyi bir hikayeci olmasıyla ilgilenmiyoruz da; Ülkü Tamer, Turgut Uyar, Cemal Süreya ve Edip Cansever ile yaşadığı evlilik ve aşkını konuşuyoruz. İyi bir hikayeci olarak yer edinmiş olsa bile; o birinin sevgilisi, birinin karısı ve birinin aşık olduğu kadın.

Kadının özne olduğu, kadının etken olduğu ve kadının şair olduğu gerçeğinden uzaktayız. Ya da bu gerçeği yeni yeni kabul etme denemelerine giriş yapıyoruz.

Bir de kadın narin, kadın hassas, kadının yazdığı şiirde böyle olmalı gerçeği var zihinlerde; kadının yaşamın eşitsiz doğasına dair söyleyeceği sözler gündemde değil, kadının politik bir duruş olarak elini bir erkek gibi masaya vurabilme becerisi görünür değil. Kadına mutfakta yarılan yer şair olduğunda da ayrılmak isteniyor. Kadın kavganın göbeğinde olamaz. Kadın ancak başka bir şair erkek ya da yazarın bir parçasıyla değerli ve anlamalı. Kadın şair tek başına var olamaz.

Kadını tanımlayan şeyler; anne olması, ikincil bir hayata ait olması, bir erkeğin yakını olarak varlık göstermesi. Bunun yansıması, kadın kamusal olduğunda da ortaya çıkıyor. Eğer kadın kamusal olarak güçlü bir sesse kadın olduğu mutlaka hatırlatılıyor. Erkek için bu aşama zaten doğal kabul edilmiş bir nokta.

Kadın ve şair olarak ben yerimi doğuştan gelen bir yetenekle bulma noktasında varlık gösterdim. Bir erkeğin bana öğretici olması gibi noktaları hiçbir zaman kabul etmedim. Uzun yıllar Sezai Karakoç’un yanında bulunmam da bu gerçeği değiştirmedi. Bülent Parlak ile gelişen dostluk da bunu değiştirmedi. Hiçbir zaman ait olduğum mevziyi bir erkeğin egemenliğine emanet etmek istemedim. Her zaman için kendi sesim ve çığlığımın peşinde oldum. Ama size kamusal alana geçmeye başladığınızda; kim olduğunuzu belirleyen şeylerden biri de hangi erkek otoritesinin bir parçası olduğunuz merakıyla bakılıyor. Eğer bu merakı aşmayı başardıysanız; tek başınıza gücü nereden aldığınız sorgulanıyor. Bunu da aştığınızda, kendi yeriniz hakkında söz söylemeye başladığınızda bu sefer kadın olmaya has özellikleriniz üzerinden size bir yer tayin edilmek isteniyor. Ve size ayırmak istedikleri yerde; mutlaka bir erkeğin olmuş olması gerektiği konusunda da fazla ısrarcılar.

Tek başınıza kadınsınız, şairsiniz, iyi şiir yazıyorsunuz ve bir erkeğe ait bir alanınız yok. O zamanda çeşitli dedikoduların merkezinde yer ediniyorsunuz. Mutlaka bir tahakküm altın alama çabası var. Kadın ve tek başına sesini kamulaştırmış olması imkansız ya da burun kıvırarak bakıyor alanınıza.

Sahi biz kadın ve tek başına bir şair olarak erkeklerden bir şey istiyor muyuz? Açıkçası ben bir erkeğin şiirimin ana konusu olmasını istiyorum ve yapıyorum. Açıkçası; kadın ve hassas canlı, buna göre şiiri de kadın gibi narin olmalı bakışını yıkıyorum. Ve yine açıkçası; bulunduğum noktayı bir erkeğin egemenliğine teslim etmek istemiyorum. Kadın olarak tek başına ve iyi şair olarak o yere sahip ve ait olmak istiyorum.

Siz kadın olarak kamusallaştığınızda ise; etkinizin ve gücünüzün altında her zaman için bir bit yeniği aranacaktır. Bir erkek şair için asla geçerli olmayan ve yazılı olmayan bu sosyal kural kadın için her zaman geçerli. Kamusal bir özne olduğunuzda; sizin başarınız her zaman ikincil bir etkinin alanına tabi tutulacak. Siz kadın olarak bunu başarmış olmayı her seferinde anlatmak zorunda kalacaksınız. Kadın olarak güçlü şiirler yazdığınızda; özneniz olan erkek, değer kaybetmeyecek ve yücelecek.

Açıkçası; kadın olarak ortaya koyduğunuz değer, erkekte doğal süreçken sizde her zaman sorgulanacak. Gücünüzü nereden aldığınıza dair erkekte sorun yaşanmazken kadın olarak sürekli töhmet altında kalmaya açık olacaksınız. Kadın olarak; yazıyorum, yaşıyorum varım dediğinizde, yine erkekte doğal kabul edilen her süreç sizde önce bıyık altından gülümseme ile karşılanacak. Kadın olarak gösterdiğiniz varlık her zaman için, erkek bakışından geçtikten sonra değer görecek. Siz önce bir erkeğin bakışından onay almaya hazır olup olmadığınıza emin olmanız lazım. O onay ki; size bütün kapıları hem açabilir hem kapatabilir.

Sonuç olarak; kadın ve güçlü bir şiir sesi olarak varlık göstermek istediğiniz ve bunu başardığınız her zaman için; bir bedel ödemekle de baş başa kalacaksınız. Kadınsın sen evinde oturdan, kadınsın sen kamusal olma ya da olduysan mutlaka bir bit yeniği var bakışından kurtulmamız herhalde yılları alacak. Bu bakış beni ancak güçlendiriyor. Kadın olarak üreten, varlık gösteren ve kamusal olmayı başarmış, tüm kadınlar adına; gururla ve neşeyle, daha güzel günlere arzusuyla.

SAYIKLAMALAR İKİ

 SAYIKLAMAR İKİ En son ölüm gelir yine de erken deriz diyordu biri. Sahi sonda mı geliyor ölüm, her şey tamam olduğunda mı geliyor. Yakınını...