18 Kasım 2024 Pazartesi

tavuk şiş yerken bulgurla yakınlaşma -şiir

 online şiir mecrası petroleus'ta yayınlanan şiirim: 





zeynep karaca

tavuk şiş yerken bulgurla yakınlaşma

bu kantitatif bir yargı değil
üstelik bunun hipotezini çıkaracak
biri henüz aramızda dolanmıyor
bu çağın ve bu dünyanın burasına
geçmişin hayvansal yağlarına dair
içinizde çok da bilenen bir
uzmanı yok
sadece şöyle şeyler var
bir tavuğu yerken, çöp şiş tavuk bu
aklımda birden onun tavuk olma
ve bahçede gıdaklaması geliyor
bir başka zaman mutlu ya da
mutsuz olmamı ben de
andan bakarak okuyamadığım
zamanın büyüteci olarak
balık yerken mesela
aklıma birden onun suda
daha keyifli olacağı bilgisi geliyor
sonra başka bir gün
bir dürümü yerken mesela, et dürüm bu
onun inek ya da öküz olma
ve kırda bir yerde daha mutlu olabilir varsayımı
sanki birden möö der gibi bana bakıyor
bunların toplamı olarak
inceliyor duygularım
belki kelimeler belki satırlar
konuşmayan bu canlılar için
söz alarak, cümle kurmayı deniyorum
eksiliyor zaman, eksiliyor
midemin suyu
eksiliyor boşaltım sistemim
eksiliyor zaman
yaklaşıyorum hücreme
aşırı vitaminli olarak
ney benim toplamım
ve benden geriye bir başka
oluşun mümkünlüğü, nasıl, bilmiyorum
hayat bir yerlerde mutlaka aranıyordur
yargısı
en son bulguru yerken
dişlerimin arasında beliriyor.

Fabrikanızın Keyfi Yerinde Mi şiir


online şiir mecrası grunge poetry'de yayınlanan şiirim 

https://grungepoetry.com/2024/11/06/fabrikanizin-keyfi-yerinde-mi-zeynep-karaca/


FABRİKANIZIN KEYFİ YERİNDE Mİ 

ben bir fabrikayım
gözlerim var kocaman ve kocaman gövdem 
tıpkı bir canavar gibiyim 
sürekli el yiyorum 
fakir el çok seviyorum 
haberi okuyalım
Gaziantep’te son 8 yılda 
9 işçi elini kaybetti
fabrikanın girişindeki reklam pes dedirtti
el cerrahisiyle 7/24 yanınızdayız 
iştahla yiyorum elleri
çarklar arasında sürekli dönen
metal tutmaktan nasırlaşmış elleri
işçiler çok aptal 
az paraya veriyorlar bana bu elleri 
düşündükçe ağlayasım gelmiyor 
daha çok 
daha fazla
daha büyük 
yiyesim geliyor 
çünkü ben GSMH’yım
çünkü ben dünyanın en büyük on yedinci ekonomisiyim
çünkü ben yüzde 4,5 büyümeyim
sürekli yiyesim geliyor 
kol, bacak gövde ve en çok el
taşıyacağım bu ülkenin tabutunu 
omzumda 
bacam sürekli tütecek 
silindirler arasından gülümseyeceğim
ağlasın kadınlar, çocuklar ve tüm işçiler 
ben ihracat yapacağım 
sormayın neden doymadığımı 
sormayın hızımın nerede biteceğini
sormayın daha kaç can alacağımı
tütsün bacam 
muasır medeniyetler olacağım
benden geriye 
yarım eller, yarım dünya bırakacağım.

Hiçbir Şey Yerinde Değil film incelemesi

 

Hiçbir Şey Yerinde Değil filmi üzerine; 

edebiyatburada.com'a yazdığım inceleme. 


9 Ekim 2024 Çarşamba

Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner'in ardından


bitmek bilmeyen kadın cinayetlerinin ardından edebiyatburada.com'a yazdığım yazı..



Şu erkeklerden çok korkuyoruz!



Kadınlar olarak, korkuyoruz ve bu ülkede kendimizi güvende hissetmiyoruz. Bu sadece benim düşüncem değil, çevremdeki kadınların da haykırışı. Aynı zamanda son dönemde yapılan bir ankete göre kadınların yüzde 72’si kendini güvende hissetmediğini söylemiş.
Korkuyoruz çünkü; ilişki yaşadığımız bir erkek tarafından sözlü, ve fiili şiddete uğramayacağımızın bir garantisi yok. Korkuyoruz çünkü; sokakta gezerken bir sarhoşun ya da madde bağımlısının saldırısına uğramayacağımızın garantisi yok. Korkuyoruz çünkü; bir kadın şehrin merkezinde kafası ve gövdesi paramparça edilerek öldürüldü.
Böyle bir dünyaya eşitliği getirmeye çalışmak belki de havanda su dövmeye benziyor. Ama yine de hayat uğruna mücadele etmeye değmiyor mu? Bizim sesimizin başka bir sesle birleşmesi ve kelebek etkisi yaratmayacağına olan inancımız tam.
Kadınlar olarak yalnız bırakılıyoruz, siyasiler bizimle değil, onların daha önemli sorunları var, vatan, millet, Sakarya gibi.
Yalnız bırakılıyoruz çünkü çevremizdeki erkekler bizimle değil, onların daha önemli işleri var kendi mevkilerini korumak gibi.
Buna rağmen güçlü ve umut doluyuz. Birlikte başaramayacağımız şeyler olmadığını biliyoruz.
Bizi bu hayata mahkum eden sistem, evlerden başlıyor. Bize terbiyeli olmak, kadına yakışır davranmak öğretiliyor. Mesela nedir kadına yakışır davranış. Yüksek sesle gülmemek, erkeklerle çok samimi olmamak ve ev işleriyle ilgilenmek. Ve daha birçok şey kadına yakışan davranış. Kadına yakışan davranışları; toplum belirlemiş durumda, din belirlemiş durumda, baba, abi belirlemiş durumda.
Benden kadın gibi davranmam bekleniyor yani daha ikinci sınıf, daha düşük bir bilinç daha aşağıda bir yer. Çok göz önünde olmama razı değil patriyarka; daha kıyıda köşede olursam her şey yerli yerinde olacak.
Mücadele hayatın her alanında sürüyor. İşte, okulda, evde, sokakta, partide, cemaatte, biz hiçbir zaman bir merkez değiliz. Merkez olan bir erkeğin yanında yancıyız. Burada ben diye seslendiğim kadın, bu coğrafyada yaşayan herkes adına birinci tekil şahıs.
Sonra kadınlar korkunç cinayetlerle can verdiğinde; ya taziye mesajlarıyla doluyor ortalık, ya da faili aklama denemeleriyle. Bazı erkeklerin kendilerini temize çıkarma açıklamalarını da unutmadan ekleyelim. Google’da kısa bir arama yaptığınızda, 2024’ün 278 gününde 288 kadın öldürülmüş. Evet görüldüğü gibi her gün bir kadın cinayeti işlenmiş.
Buna razı değiliz ve hiçbir zamanda rıza göstermek istemiyoruz. Rızamızın alınmadığı hiçbir yerde de olmak istemiyoruz. Kız çocuklarına sürekli rol biçen ve bir kalıba sokmaya çalışan kişi ve her kurum karşında, inatla bir arada kalma umuduyla.
Her gün aramızdan birinin eksildiğini var sayarsak da, korkumuzun ecelimize bir faydası yok. Öğretilmiş bir çaresizlik içinde yaşamımıza devam etmek istemiyoruz. Örülen korku duvarlarını aşmak ve kendimizi gerçekleştirmek istiyoruz.
Bütün kadınlar adına söylemek isterim ki; korksak da, birer birer eksilsek de, yaşamda sizi “rahatsız” etmeye devam edeceğiz. 

8 Ağustos 2024 Perşembe

Şu baş örtüsü nelere kadir!


Bu sıralar Twitter’da hala X demeye alışamadım, en fazla etkileşim alan iki konu var. Biri 17 yaşındaki Elif Berra Gökkır’ın Paris Olimpiyatları’nda okçulukta çeyrek finale çıkması üzerine; bir kadının yazdığı yorum. Filiz Bağcı isimli bir kullanıcı Elif Berra’nın başarısı üzerine; “çocuk yaşta başı örtülü, ben yaptığına odaklanamıyorum, özgür olmayan bir kız çocuğu” yorumunu yaptı. Bunun üzerine, milyonlarca farklı mesleklerden başı örtülü kadınlar tweeti alıntılayarak cevap verdi.

Sahi bu baş örtüsü; doktor olmaya, avukat olmaya, savcı olmaya, sporcu olmaya, hakim olmaya engel mi? Sahi biri baş örtülü olduğu için, doğru kararı veremez mi, bir başarı elde edemez mi?

Bunlara 28 Şubat süreci boyunca çok denk geldik. Yıllar, yıllar geçti hala bu zihniyetin uzantılarıyla uğraşıyoruz. Çağdaş kadın mini etek giyen başı açık kadın mı?

Baş örtülüler olarak bunlardan çok çekmedik mi? Artık baş örtülü ve başarılı kadınlara toplum hazır değil mi? Başörtülü doktor, başörtülü mühendis, başörtülü sporcu. Bunlar hayal mi olmalı.

Evet baş örtüsü bir simge hem dini anlamda hem de politik anlamda; biri başını kapatıyorsa otomatik olarak onun bazı hassasiyetleri olduğunu var sayıyoruz. Demek ki; dindar, demek ki bazı hassasiyetleri var diyoruz. Peki baş örtülü ama seküler olamaz mı bu kadınlar? Hala anneannelerinden kalma; temizlikçi, hizmetli  gibi mesleklerde mi çalışmalı baş örtülü kadınlar.

Bir diğer konu baş örtülü olup; seküler olamaz mı? İnançlı ama seküler teamülleri olamaz mı? İllaki dindar olmak zorunda mı? Baş örtüsü üzerinden kadına biçilen rol neden hep, bir alana sıkışmak oluyor. Kadın baş örtülü olduğu için neden hem sekülerlerin hem dindarların alanlarında sıkışıp kalmalı. Baş örtülü bir kadın hayatıyla ilgili yaşam şekline neden kendi karar veremiyor da onun üzerinde karar alıcılar var?

Bu konuyla birlikte ikinci çok konuşulan konudan bahsetmek istiyorum. Yine bir Twitter kullanıcı; baş örtülü kadınların Anıtkabir’e gitmesini eleştirmiş, bunun üzerine baş örtülü kadınlar Anıtkabir’e gittikleri fotoğrafları paylaşıyorlar.

Evet baş örtülü kadınlar Kemalist zihniyetten çok çekti. Yıllarca sosyal hayattan ve eğitim hayatından dışlandı. Ağır bedeller ödediler. Bunlar da kadınlara Kemalizm üzerinden yapıldı. Bugün aynı kadınların çocukları Anıtkabir’i ziyaret ediyor, Atatürk’e bağlılıklarını sunuyor. Bu da yarı bir konu olarak incelenmeli elbette. Ama yine aynı yere gelmek istiyorum. Baş örtülü kadına  ne yapması gerektiği birileri tarafından söylenmemeli.

Dindar sakallı bir genç alkol aldığında sorun yok ama baş örtülü bir kadın aldığında dünya alt üst oluyor. Buna bu kadar anlam yüklemeye gerek var mı?

Baş örtüsü üzerinden kadınların hayatları kısıtlanıyor bence. Zaten evde, sokakta kadınlar bir sürü baskıyla karşı karşıya bir de toplumun içine karıştığında baş örtülü olma ayrıcalığı yükleniyor üzerine.

Bence baş örtülü kadınları sekülerler ve dindarlar rahat bırakmalı. İsteyen örtebilir ve örtüye göre istediğini yaşayabilir. Kadına rol biçilmesini ve kadın üzerinden birilerinin tahakküm kurmasını kabul etmiyorum.

Kadınların daha özgür ve kendilerine ait bir hayatı yaşayacakları günlerde buluşmak üzere diyorum.   

24 Haziran 2024 Pazartesi

PARK ORTASINDA ÜSTELİK SURİYELİ VE TAHİYATTA

online şiir portalı grunge poetry'de yayınlanan şiirim 

https://grungepoetry.com/2024/06/14/park-ortasinda-ustelik-suriyeli-ve-tahiyyatta-zeynep-karaca/


bir fotoğraf karesini, bir gerçek kesit

olarak anlatmaya başlıyorum

Suriyeli dört kişi, biri imam kırmızı kapşonlu
biri çocuk sağa selam vermiş biri de çocuk henüz sola selam vermiş
biri yetişkin baba mı amca mı bilmem
sadece imama inanmış bir yetişkin
yeryüzü mescit evet başka bir ülke kıble
nerede Allah nerede tapılacak park
böyledir inanmak, üzerine yağan
bombadan kaçtığında bile
bir yol kenarında bir tahiyyat
kırmızı kapşonlu imam
selam verecek yerle bir olmuş vatanı için
selam verecek mülteci yaşadığı için
selam verecek dünyanın parayla çevrilen
çarkları onu da öğüttüğü için
bir selam daha verecek
tek ümitse bu leş çağında burası
allahı biraz daha alımlayarak
öyle protest öyle yalnız öyle yol kenarı bu park
son nefeste Allah için alınmış nefes gibi
diri ve o nefes gibi korku dolu nefret
otomobiller duymuyor evet sağır otomobiller
geçenler görmüyor evet mülteciler görülmez
eller şimdilik kırılan dizlere ait
eller şimdilik hayata öfke Allah’a muhtaç
ağaç yanı başlarında mevsim sonbahar
gölge bile istenmez bu mevsimde hayattan
çocuklar ki, yaşamı tanımadan bulmuşlar Allahı
o yüzden bırakılmaz o Allah yarın da
öyle bir selam, öyle bir tahiyyat öyle bir
ağaç tablosu
öyle vatansız, öyle mülteci, öyle çağın vahşeti
kimse tanımıyor bu imamı, iki çocuğu ve bir yetişkini
Allah’a sadece sığınarak park ortası yalnızlığı
emin evet sadece bir şeyden emin imam
üzerinde kırmızı kapşon hem mülteci hem de bu çağda üç inananından
ağlamaklı bir fotoğraf değil
belki havaya sıkılmış bir yumrukta değil
sadece park ortasında Allah’a sunulan performans
kimse burayı puanlayamaz hiç kimse
Allahsa belki verir belki vermez bir muallakta

Türkiye kadar büyüme hikayesi: Yurt




online edebiyat portalı edebiyatburada'da yayınlanan yazım


İslami camia yirmi yıllık AK Parti iktidarı ile ilk defa bu kadar devletle barıştı. Eskiden devlet kötü bir aygıttı. Bize dinimizi yaşamaya izin vermeyen ve bizi öteki olarak gören bir aygıt. Her ne kadar 1950’den itibaren sağ görünümlü partiler iktidarda olsa da, aslında İslami camia hiçbir zaman kendini iktidar yapamadı. Ta ki, AK Parti iktidarına kadar. Özellikle 28 Şubat süreci; irtica ile mücadele yılları ağır Kemalizmin hüküm sürdüğü yıllar, dindar olupta devletten nefret etmeyen neredeyse yok gibiydi.

28 Şubat’ın başörtüsü yasağı, imam hatiplerin kapatılması ve dini cemaat ve vakıflara baskılar. O yıllarda cemaatler faaliyetlerini merdiven altı yürütüyor ve örgütlenmeyi devre dışı yapıyordu. Yaşım gereği bunların sadece bir bölümüne denk geldim. Kavga o kadar sertti ki; okuduğum imam hatip lisesinde bize Atatürk’ün Yahudi olduğunu ıspatlamaya çalışan hocalarımız bile vardı.

Tüm bunların ekseninde koca bir nesil, hatta nesiller boyu devlete düşman olarak yetişti. Devlet demek, baskı ve zulüm demekti. AK Parti ile başlayan develetle barışma süreci bugün de devam ediyor. Ama kitleler ne kadar barıştığı hala bir soru işareti.

O yıllarda dindar yetişen bizler; devleti ister istemez bizi sevmeyen ve kabul etmeyen bir gerçeklik olarak görüyorduk özellikle Kemalizm bizim öcümüzdü. Bunları yaşayan toplumun büyük bölümünün din temelli olduğunu var sayarsak birçok insan bulmak mümkün.

Ve bir çok isanı da, size; Kemalizmden nefretini anlatmaya hazır halde bulabilirsiniz.

Bana bunları geriye doğru düşündüren film Yurt oldu. Nehir Tuna’nın ilk uzun metraj filmi. Sanırım da otobiyografik bir yapım. İstanbul Film Festivali’nde “En İyi Film” ödülünü aldı bu sene, şu an vizyonda.

Lise öğrencisi Ahmet’in ailesi, Süleymancı yurdu ve kolej arasında geçen hayatına odaklanıyor film.

Ergenliğin bütün açmazlarını yaşayan Ahmet, din ile devlet arasına sıkışıp kalmış durumda. Babasının cemaatle olan bağı nedeniyle yurda verilen Ahmet, öncelikle kendi hayatının oradan ilerlemesini istemiyor. Ahmet, ailesiyle koleji arasında bir tercih yapmak istiyor ama babası oğlunun dindar yetişmesi taraftarı. Varlıklı bir ailesi olan Ahmet’in ayakkabılarının bile diğer çocuklarla kıyaslandığında sınıf farkını ortaya koyan bir hal alıyor. Dinle birlikte sınıfların eriğini görüyoruz film boyunca ama orada da karşımıza “ruhban sınıfı” çıkıyor. Aslında bu İslam’da Peygamberin hadisiyle sabit olduğu gibi “üstünlük ancak takvadadır” sözü gereği; sınıflı toplumla çok bağdaşan bir anlayış değil. Dinde üstün olan güzel ahlak sahibi olandır, dinin bu bakışı elbette metafizik. Ama bu üstünlük kişiye başka statüleri de veriyor çağımızda. Halbuki Peygamber döneminde böyle olmamış. Şu an cemaatler takvadaki üstünlüğe; serveti de eklmeiş durumda, siyaset ve çıkar ilişkilerini de eklemiş durumda.

Ahmet bir süre sonra yurdu kendi gerçekliğinin bir parçasına dönüştürüken bir yanda da kolejdeki hayatına yoğunlaşıyor. Andımızı okurken kısılan sesi ve içinden gelmeyerek okuması da buna bir örnek. Ahmet din temelli tercihini yapmış ve devletle arasına mesafesini koymuş görünüyor. Ama ergenliğinde verdikleriyle Ahmet’in serüveni bir hayli karışık.

Türk filmlerinde bilerek ya da bilmeyerek yapılan bir hataya Yurt yer vermiyor. Bilinçli kötü dindar yok filmde. Bir kişi var yurt sorumlusu, babasının da deyimiyle bir çürük elma hepsini etkilemez. Dindarlara bakışı olduğu gibi sunması bakımından filmi tebrik etmek de gerekiyor. Neyse o, o kadar. Bir de hayatın içine çok uygun dindar karakterler. İslami camiada bu filmi izleyenlerin çoğu, tipleri yadırgamayacaktır. Hatta kendinden bir parça bulacaktır.

Filme dönecek olursak; postal ve devletin soğuk yüzü, çok iyi resmedilmiş. Askerlerin teftişe geldiği sahne öncesi, Arapça kitapların yakılması, kapıda protestolar ve sürekli yurdun denetlenmesi. Bunlar çok gözümüze sokulmadan devletin aslında dolaylı olarak Kemalizmin bize ne kadar soğuk, nobran  olduğunu göstermeye yetiyor.

Ahmet’in ergenlik sancıları da geri planda tutulmuyor, bir kıza ilgi duyma, cinselliği ilk keşfi, aile ile kavga, bunlar da hayatın içinden ve tanıdık duygular. Bunları yaparken masumiyetin kaybolmuyor oluşu da ayrıca övülmeye değer.

Ahmet’in aile ve kolej arasında sürekli bir gerilimle geçen filmin büyük bölümünün siyah beyaz olması da atmosferi yaşatma açısından önemli. Rengin açıldığı yer, Ahmet’in arkadaşıyla yurttan kaçtıkları sahne. Bunca şeyin içinden kaçarak huzur bulmak, kendini bulmak ve kendin olmanın tercihi gibi kavramlarla okudum ben ve filmin kalanını renkli ziledik.

Sinematografik açıdan iyi görüntülerin bizimle olması da ayrıca filmi zevkle izleme deneyimi sunuyor.

Bu topraklarda yaşıyor ve dindar aile çocuğuysanız Yurt’ta size dokunan bir şeyler mutlaka olacaktır. O yüzden gidin izleyin diyorum. 

SAYIKLAMALAR İKİ

 SAYIKLAMAR İKİ En son ölüm gelir yine de erken deriz diyordu biri. Sahi sonda mı geliyor ölüm, her şey tamam olduğunda mı geliyor. Yakınını...