bu yazı; online edebiyat platformu edebiyatburada sitesinde yayınlandı
https://edebiyatburada.com/zeynep-karaca-yazdi-kuru-otlar-ustune-birkac-dusunus/
Kuru Otlar Üstüne; birkaç düşünüş
Türkiye’de yaşamanın zorluğu; haksızlığa uğramak, yok
sayılmak, mahalleden devlete kadar uzayan süreçte, kendimizi
gerçekleştirmenin zorluğu. Öyle bir hayatın içinde yaşıyoruz
ki; kim olduğumuz, ne yapmak istediğimiz, geleceğimiz bir tür
flu. Biz bu hayatı yaşamaya çalışırken zaman zaman kendimizden
kahkahar üretmek zorunda kalıyoruz. Kimimiz ağır yoksullukla
boğuşuyor, kimimiz gelecek hayali kurarken önüne koyulan
taşlarla. Bazılarımız şanslı, yolunu bulmuş, onlara da bir
şekilde yolunu bulmanın kaderi armağan edilmiş. Toplumun yarıya
yakını asgari ücretle geçinmeye çalışıyor, bir grup
azınlıkta; kaymak tabaka olarak yaşıyor. Kapitalizmin liberal
ekonomi şartlarında Türkiye’ye ayırdığı pay da gelir
adaletsizliği. En büyük sorunlardan biri bu olsa da; politik
olarak da, iktidar ve karşı kutup olarak yaşıyoruz. Hükümetin
alanı içinde değilsek; bir sabah yatağımızdan terörist olarak
uyanabiliriz. Ya da o alanda bulunmayan biri olarak, otomatikman
diğeri olmaya kapı bize açıktır. Kimimiz, savruk, kimimiz
mücadele peşinde, kimimiz yorgun. Yaşadığımız hayatın
ağırlığından; edebiyata sanata vakit bulmak da güç. Ya da
sanatta bu alanın içinde kendine mevzi arıyor. Sesimiz duyulsun
diye uğraşmak; bize bir hayli pahallıya mal oluyor. Herkesin
Türkiye için çizdiği resim farklı; kimin tuvalinde gözyaşı
keder var, kiminin tuvalinde devletin gölgesinde hayatın tıkırında
gitmesi.
Sözü Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi Kuru Otlar Üstüne’ye
getirmeye çalışıyorum. Yönetmenin en iyi filmimi bilmiyorum ama
en politik ve iyi filmlerinden biri diye düşünüyorum. Anadolu’da
Allah’ın selamını unuttuğu bir coğrafyada öğretmenlerin
kendileriyle ve yaşamla verdikleri mücadele yer alıyor, ağırlıklı
olarak. Kıyıda yaşayan ve kendine dair kesin hükümleri
bulunmayan Samet öğretmen, öğrencisi Sevim ve Nuray etrafında
geçen bir hikaye. Filmden ilhamla çok konuştuğumuz konulardan
biri olan kadın tacizi; filmin omurgalarından biri. Ülkede
milyonlarca kadın; sözlü ve fiziksel tacize maruz kalıyor.
Bunların büyük çoğunlukta erkek hegemonyası işlerken bazıların
da erkeklerin suçsuz olduğu durumlar söz konusu oluyor. Bu
durumlarda; kınamaktan başka çarelerimiz var mı; düşünelim.
Belki şahısları toplumdan dışlamak ya da yasal olarak hapis
cezaları. Sonunda kadın cinayetlerine kadar giden olayların sadece
ilk başlangıç noktası taciz. Filmin burası biraz Onur Savaşı
(Jagten) filmini çağrıştırıyor.
Buradan çıktığımızda; bizi karşılayan ikinci soru, hayatı
yaşarken örgütlü ve bir arada olma mücadelesinden taraf mı
olmalıyız, yoksa kendi savruk halimizle yaşamaya devam mı
etmeliyiz. Nuray ve Samet arasında yemek masasında geçen konuşma,
hayata karşı tavrımız, bakış açımız, dilimiz ve bizden
yansıyan ne olmalı üzerine kurgulanmış iyi bir diyalogla dolu.
Bir arada olduğumuzda; daha mı güçlüyüz, yanlışın ve
kötülüğün karşında birlikte mücadele etmek bizi özlemini
kurduğumuz hayata ulaştıracak mı yoksa apolitik zeminde vakit
geçirmek hayatımız için daha mı gerçek bir alan. Burayı
izlerken Nuri Bilge Ceylan bir film daha çektiğinde sadece bu
konuya odaklansa diye düşündüm. Kış Uykusu’nda aydın
sorununa yoğunlaşmış, iyi bir iş çıkarmıştı. Bir sonraki
filmde; bu minvalde olsa fena olmaz diye düşünüyorum. Nuray’ın
10 Ekim patlaması mağduru olması, örgütlü mücadeleyi savunması
ve Alevi olması; aslında Türkiye’de içinde bulunduğumuz
sorunların bir prototipi gibi gerçek.
Filmin taşrada geçmesi, mevsimin kış olması ve karakterlerin
sorunlarla boğuşması; bizi karanlık atmosferin hiç
bitmeyeceğine, o karanlıkta boğulabileceğimize dair bir
hapsolunmuşluk sunuyor. Kısa süre önce; Altın Koza Film
Festivali’nde Nuri Bilge’ye taşra hakkında sorulduğunda;
insanın her yerde aynı insan olduğunu, bunun taşra ya da şehir
fark etmeyeceğini söyledi. Hatta bir eleştiri olarak da; yazacak
konu bulamayan eleştirmenler bunu abartıyor anlamında bir cümle
kurdu. Ben de insanın, şehirde ya da taşrada aynı insan olduğunu
düşünüyorum fakat; şehirdeki insanın zaman, mekan kullanımıyla,
taşradaki insanın zaman mekan kullanımı birbirine eşit değil,
bu da dolaylı yoldan, taşralı ve şehirli insan tipine etki
ediyor.
Arada Samet’in fotoğrafları olarak paylaşılan anlarda; bu bir
film olmasa ben bu hikayeyi bu fotoğraflarla anlatırdım noktasına
götürüyor bizi. Hem bir nefes alma anları oluyor hem de şiirsel
bir etki bırakıyor insanın üzerinde. Bu etkiyi sinematografik
açıdan birçok noktada bulmak mümkün.
Ayrıca bu film, Nuri Bilge Ceylan’ın içinde en çok diyalog
barındıran filmi denebilir. Üç saat gibi iddialı bir zamanın
nasıl geçtiğini anlamıyor insan. Fakat diyaloglar özenle
seçilmiş, sırıtan ya da boş denebilecek anlar bırakmıyor bize.
Bir de; film bizi evrenine almıyor, bizim sadece izleyici olarak
kalmamızı istiyor. Bu haliyle filmin içinde değiliz de dışarıdan
bir gözlemciyiz tadı var. Politik ve insana dair düşündüren
birçok anın yer aldığı filmi; çok kişinin görmesini isterim.
Ülkece yaşadığımız sorunlara, başımızdan geçen ya da bir
şekilde ülke gündeminde dahil olduğumuz mevzular üzerine
düşünmeye davet eden bir havası var. Ayrıca, karakterler
bulundukları ortamın yabancısıymış gibi bir ruh halinde
dolanıyorlar. Nuri Bilge’nin filmin ardından yaptığı bir basın
toplantısında söylediği gibi; her nerede değilsek orada
olduğumuzda mutlu olacağımızı sanırız. Karakterlerin ruh hali
buna yakın. Derinleşen, başkalaşan tek kişi Samet, diğerlerinin
dönüşümü bu kadar bariz değil. Bunu önemsiyorum çünkü
yaşamla temas ettiğimizde, olaylar bizi dönüştürür.
Başladığımız noktada olmamız güçleşir. Turgut Uyar’ın
Türkiye’si, Dünyanın En güzel Arabistanı’ydı, Nuri
Bilge’nin ülkesi de Kuru Otlar Üstüne olabilir.