online edebiyat portalı edebiyatburada'da yayınlanan yazım
İslami camia yirmi yıllık AK Parti iktidarı ile ilk defa bu kadar devletle barıştı. Eskiden devlet kötü bir aygıttı. Bize dinimizi yaşamaya izin vermeyen ve bizi öteki olarak gören bir aygıt. Her ne kadar 1950’den itibaren sağ görünümlü partiler iktidarda olsa da, aslında İslami camia hiçbir zaman kendini iktidar yapamadı. Ta ki, AK Parti iktidarına kadar. Özellikle 28 Şubat süreci; irtica ile mücadele yılları ağır Kemalizmin hüküm sürdüğü yıllar, dindar olupta devletten nefret etmeyen neredeyse yok gibiydi.
28 Şubat’ın başörtüsü yasağı, imam hatiplerin kapatılması ve dini cemaat ve vakıflara baskılar. O yıllarda cemaatler faaliyetlerini merdiven altı yürütüyor ve örgütlenmeyi devre dışı yapıyordu. Yaşım gereği bunların sadece bir bölümüne denk geldim. Kavga o kadar sertti ki; okuduğum imam hatip lisesinde bize Atatürk’ün Yahudi olduğunu ıspatlamaya çalışan hocalarımız bile vardı.
Tüm bunların ekseninde koca bir nesil, hatta nesiller boyu devlete düşman olarak yetişti. Devlet demek, baskı ve zulüm demekti. AK Parti ile başlayan develetle barışma süreci bugün de devam ediyor. Ama kitleler ne kadar barıştığı hala bir soru işareti.
O yıllarda dindar yetişen bizler; devleti ister istemez bizi sevmeyen ve kabul etmeyen bir gerçeklik olarak görüyorduk özellikle Kemalizm bizim öcümüzdü. Bunları yaşayan toplumun büyük bölümünün din temelli olduğunu var sayarsak birçok insan bulmak mümkün.
Ve bir çok isanı da, size; Kemalizmden nefretini anlatmaya hazır halde bulabilirsiniz.
Bana bunları geriye doğru düşündüren film Yurt oldu. Nehir Tuna’nın ilk uzun metraj filmi. Sanırım da otobiyografik bir yapım. İstanbul Film Festivali’nde “En İyi Film” ödülünü aldı bu sene, şu an vizyonda.
Lise öğrencisi Ahmet’in ailesi, Süleymancı yurdu ve kolej arasında geçen hayatına odaklanıyor film.
Ergenliğin bütün açmazlarını yaşayan Ahmet, din ile devlet arasına sıkışıp kalmış durumda. Babasının cemaatle olan bağı nedeniyle yurda verilen Ahmet, öncelikle kendi hayatının oradan ilerlemesini istemiyor. Ahmet, ailesiyle koleji arasında bir tercih yapmak istiyor ama babası oğlunun dindar yetişmesi taraftarı. Varlıklı bir ailesi olan Ahmet’in ayakkabılarının bile diğer çocuklarla kıyaslandığında sınıf farkını ortaya koyan bir hal alıyor. Dinle birlikte sınıfların eriğini görüyoruz film boyunca ama orada da karşımıza “ruhban sınıfı” çıkıyor. Aslında bu İslam’da Peygamberin hadisiyle sabit olduğu gibi “üstünlük ancak takvadadır” sözü gereği; sınıflı toplumla çok bağdaşan bir anlayış değil. Dinde üstün olan güzel ahlak sahibi olandır, dinin bu bakışı elbette metafizik. Ama bu üstünlük kişiye başka statüleri de veriyor çağımızda. Halbuki Peygamber döneminde böyle olmamış. Şu an cemaatler takvadaki üstünlüğe; serveti de eklmeiş durumda, siyaset ve çıkar ilişkilerini de eklemiş durumda.
Ahmet bir süre sonra yurdu kendi gerçekliğinin bir parçasına dönüştürüken bir yanda da kolejdeki hayatına yoğunlaşıyor. Andımızı okurken kısılan sesi ve içinden gelmeyerek okuması da buna bir örnek. Ahmet din temelli tercihini yapmış ve devletle arasına mesafesini koymuş görünüyor. Ama ergenliğinde verdikleriyle Ahmet’in serüveni bir hayli karışık.
Türk filmlerinde bilerek ya da bilmeyerek yapılan bir hataya Yurt yer vermiyor. Bilinçli kötü dindar yok filmde. Bir kişi var yurt sorumlusu, babasının da deyimiyle bir çürük elma hepsini etkilemez. Dindarlara bakışı olduğu gibi sunması bakımından filmi tebrik etmek de gerekiyor. Neyse o, o kadar. Bir de hayatın içine çok uygun dindar karakterler. İslami camiada bu filmi izleyenlerin çoğu, tipleri yadırgamayacaktır. Hatta kendinden bir parça bulacaktır.
Filme dönecek olursak; postal ve devletin soğuk yüzü, çok iyi resmedilmiş. Askerlerin teftişe geldiği sahne öncesi, Arapça kitapların yakılması, kapıda protestolar ve sürekli yurdun denetlenmesi. Bunlar çok gözümüze sokulmadan devletin aslında dolaylı olarak Kemalizmin bize ne kadar soğuk, nobran olduğunu göstermeye yetiyor.
Ahmet’in ergenlik sancıları da geri planda tutulmuyor, bir kıza ilgi duyma, cinselliği ilk keşfi, aile ile kavga, bunlar da hayatın içinden ve tanıdık duygular. Bunları yaparken masumiyetin kaybolmuyor oluşu da ayrıca övülmeye değer.
Ahmet’in aile ve kolej arasında sürekli bir gerilimle geçen filmin büyük bölümünün siyah beyaz olması da atmosferi yaşatma açısından önemli. Rengin açıldığı yer, Ahmet’in arkadaşıyla yurttan kaçtıkları sahne. Bunca şeyin içinden kaçarak huzur bulmak, kendini bulmak ve kendin olmanın tercihi gibi kavramlarla okudum ben ve filmin kalanını renkli ziledik.
Sinematografik açıdan iyi görüntülerin bizimle olması da ayrıca filmi zevkle izleme deneyimi sunuyor.
Bu topraklarda yaşıyor ve dindar aile çocuğuysanız Yurt’ta size dokunan bir şeyler mutlaka olacaktır. O yüzden gidin izleyin diyorum.