13 Haziran 2023 Salı

şehir ve bahçe üzerine

 

Bahçesiz evlerde

huzur”u arıyoruz


Büyük şehirlerde özellikle İstanbul gibi 16 milyonluk bir şehirde yaşıyorsanız; trafiğin ayrı dert, sokakların başka işgence türüne dönüştüğü birçok ana denk gelebilirsiniz. Yoruluyoruz bu şehirde ama dinlenme alanımız sadece karşı komşuyla dip dibe olan bir balkon. Eğer çok dinlenmek istersek; hafta sonu mesire alanlarına ya da kent ormanlarına gitmek zorundayız. Şehrin ortasında bizi dinlendirecek yeşil alanlar neredeyse yok denecek kadar az. Hava güzelse parklar tıklım tıklım keyif alacağımız kendimizi dinleyeceğimiz, doğayla vakit geçirip içimizdeki uhrevi bir anı yücelteceğimiz alanlar; kalabalıkla dolu ve kendimizden oldukça uzak. Osmanlı mimarisi dediğimiz çoğunluğu konak olarak inşa edilen ve genişçe avlusu olan o evler artık hayatımızda değil. Medeniyetin değişim ve dönüşüm hızıyla şehirlerde üst üste yığılmış kabirler gibi yaşamaya çalışıyoruz. Şehir planlamacıları, mimarlar yeni alanlar için bahçeli tasarımlar ortaya koysa da; buralarda alt sınıfların ulaşamayacağı yüksek maliyetteki yapılar.

İstanbul’un merkez ilçeleri ve Suriçi genellikle yukarıda izah etmeye çalıştığım gibi bir açık hava hapishanesi. Gelecekte büyük parklarımız, geniş yeşil alanlarımız olur mu, şimdiden bilmek zor. Taşı toprağı altın diye pazarlanan bu şehirde yeşil alana yer ayrılmasını beklemek biraz hayal ürünü. Fakat yine de bu şehrin engin geçmişi açısından bu düşe inanmak bir tür zorunluluk bir tür şehre ödeyeceğimiz bedel.

Ben burada hayatımda özel yerleri olan bahçeli evlerden ve bahçenin içimdeki anlamlarından bahsetmek istiyorum.

Türk ve Müslüman geleneğinde bahçenin yeri her zaman için özel olmuş; buraların başta resim sanatı olmak üzere birçok sanatı da etkilediği biliniyor. Cennet kelimesinin de bahçe anlamına geldiğini var sayarsak; müslüman dimağı nasıl bir etkiyle; yaşadığı yeri memur kılmış anlamak kolaylaşıyor.

Dünyaya dair ilk hatıralar arasında ilk hatırladığımız nesne, obje önemlidir, kişisel hatıralarımızda, ben dünyada dair hatırladığım ilk görüntü olarak evimizin önünde oynadığım geliyor aklıma; yaş üç veyahut dört. Dünyayı bir bahçe olarak hatırlamak beni kendi hikayesinde mutlu eden ve metafizik bir alana da sürükleyen etkenlerden biri.

Ordu’da bir dağ başında bulunan evimizin sağında ve solunda iki bahçe vardı. Sağdaki bahçe biraz daha küçüktü. O küçük bahçeye annem mevsimine göre çiçekler dikerdi. Kasımpatlarını, nergizleri, gülleri; rengarenk o bahçede görmek de, çocuk kalbimle dünyaya beslediğim en pozitif duygulara götürüyordu beni. Evin solunda yer alan bahçeyi ise dedem oluşturmuş. Dedemin bahçesinde de; elma, armut, dut, kiraz, ayva, fındık, ceviz gibi meyvelerden çeşit çeşit vardı. Halen köye gittiğimde altında gölgelenmekten şeref duyduğum bir anıta dönüşüyor o bahçe.

İnsanın dünyaya geldiğine var olduğu; bir tür zevk ve neşe dolduğu, doğayla anlamını bütünleştirdiği anlardan biri de bu bahçe.

Son bahçem İstanbul’da oturduğumuz sitenin bahçesi; buradan incir, erik, kiraz ve çam ağaçlarını izlerken, şehirde olmanın bütün yorgunluğunu üzerimden atıyorum. Doğa herkes için aynı çağrışımı yapar mı bilinmez ama çoğunluk için huzur ve kendiyle baş başa kaldığında yaşamdan duyduğu mutluluk sebebidir diye düşünüyorum. Kuş sesleri, rengarenk çiçekler, orman, ağaçlar; böyle bir etkinin içinde bulunmak ruha nasıl şifaysa, şehirlerimizi yeşile çevirmek için de acil ihtiyaçlardan biri.

Bir millet olmanın bin yıllık yaşayan kültürü olan bahçe de insana ayrı bir huzur ve güven veriyor. Üzerinde emek verilmiş bir bahçede bulunmak; çocukluk anılarının olması, ufku dünyaya dair pozitif anlamda açan ve genişleten bir şey. Okuduğum bir araştırma metninde çocukluğu doğayla iç içe olan insanların hayata daha pozitif baktığını söylüyordu. Bunun haksız olduğunu kim iddia edebilir ki.

Mevcut şehirleri belki değiştirmek güç; özellikle İstanbul’u ama yeni inşa edilen semtlerde ve şehirlerde, bahçe kültürünü öncelemek; hem ait olduğumuz İslam medeniyetine yaşamsal alanda değer katmak ve sahip çıkmak anlamına geleceği gibi hem de yeni nesillerin doğadan ilham alıp geleceğe daha pozitif bakmalarını inşa edebiliriz. Toprakla temas etmeyen, çiçekleri, ağaçları birbirinden ayırt edemeyen; oturup iki dakika huzur içinde kahvesini yudumlayamayan şehrin sürekli stresini taşımak zorunda olan bizler; hangi dinç zihinle yarınları inşa edebiliriz.

Bir tür medeniyete sahip çıkma; bir tür geleneğimizi aktarma bir tür sağlık ve huzur için evleri balkonlu değil, bahçeli yapmayı önceleyelim diyorum.

Şehirlerdeki bu sıkışmayı, modernizmle hayatımıza dahil ettiğimiz biçimsizliği Sezai Karakoç da “balkon” şiiriyle eleştiriyor. “Gelecek zamanlarda, ölüleri balkonlara gömecekler, insan rahat etmeyecek, öldükten sonra da” bu mısralarda insanın mevcut hayatın çarpıklığında sıkışması; bahçesiz, avlusuz evlere sıkışmasına eleştiri var ve bununla da kalmayacak artık sadece; öldükten sonra da huzur bulamayacağız diyor.

Bir cennet armağanı, bir kültür geçişi, bir çocukluk özlemi, bir huzurlu yaşam aracı olarak bahçeye duyduğumuz arzu ve istek hiç bitmesin diyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SAYIKLAMALAR İKİ

 SAYIKLAMAR İKİ En son ölüm gelir yine de erken deriz diyordu biri. Sahi sonda mı geliyor ölüm, her şey tamam olduğunda mı geliyor. Yakınını...