17 Nisan 2025 Perşembe

İslami camiada “sinema bir şenlik” midir?

 İslami camiada
“sinema bir şenlik” midir?





 
İslami camianın en bilinen iş adamları derneği olan MÜSİAD’dan dikkate değer bir o kadar da şaşırtıcı bir hamle geldi. MÜSİAD ilki bu sene olmak üzere Altın Çark Uluslararası Kısa Film Festivali düzenledi. Devamının nasıl geleceği merak konusuyken, bu festivale giden sürece dair düşünmek istiyorum. Aslında belki de hikaye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2017 yılında yaptığı bir konuşmada gizli. Siyasette iktidar olduk ama sosyal hayatta ve kültür de iktidar olamadık dedi. Sahi kültür de iktidar nasıl olunuyor. Türkiye’nin yüz yıllık Cumhuriyet deneyiminde seküler kesim, neredeyse yüz yıldır çağın icatlarıyla ilgilenir durumda. Yedinci Sanat olarak gördüğümüz sinema da öncelikle seküler camiada ortaya çıktı. Aslında Lumiere Kardeşler’in sinemanın icadıyla başlayan yolculuğu çok erken vakitlerde Osmanlı’ya da uğradı, fakat sadece sarayda gösterim olarak yer aldı. 
İslami camia Türkiye’de, cumhuriyetle yaşadığı kırılma sonrasında sanatla bağ kurma işini 1960’lara bıraktı. Köyden göç eden dindar çocuklar şehirde yeni bir hayat kurarken, bu hayatın temel ihtiyacı olan kültür üretmeye mesafeli oldular. Çünkü Batı şeytan ve onun ürettikleri de gayri İslamiydi. Osman Seden gibi isimler vardı ortalıkta ama bizim “İslamcı” dediğimiz tarzda sinema düşünmeye başlayan kişi Yücel Çakmaklı. Özellikle 1970’lerde yoğun olarak filmler çeken Çakmaklı, içinde bulunduğu durumu Milli Sinema olarak adlandırır. Gerçi daha sonraki dönemde ortaya çıkan Erbakan hareketi de milli ismini sıklıkla görürüz. Bunun böyle olmasının altında, dini terimlerin kullanılmasının yasak olması da söz konusu. Yücel Çakmaklı’nın açtığı yolu; Mesut Uçan ve Nazif Tunç gibi isimler günümüzde de devam ettiriyor. Fakat çağ bir hayli değişti, artık bu filmlerin İslami camiada da alıcısı yok. İslami kesimin yıllar içinde şehirleşmesi, beraberinde zevklerinde de estetik duyarlılığı artırmasına sebep oldu. İslami kesimin genç kadınları artık, operaya da gidiyor, konsere de gidiyor. Erkekler için de durum pek farklı değil. Ama bu belki sosyolojik açıdan incelenmesi gereken ayrı bir konu. Sinemaya gelince; eski yöntemler çözüm olmuyor, yeni bir dil arayışı var. Bu dil arayışı etrafında çok yeni yönetmenler de piyasaya çıktı. Ama kendilerini gösterebilecekleri bir festivalleri yok düşüncesi hakimdi. 
Bununla birlikte; Boğaziçi Film Festivali, Dostluk Film Festivali, Esenler Sinema Günleri, Alemlere Rahmet Kısa Film Festivali gibi, detaylı bakıldığında birden fazla organizasyonlar yapılmaya başlandı. Bu yol islami kesimi “kültürel iktidar”a taşıyacak mı zaman gösterecek. Buralarda üretilen filmler ne kadar gerçekçi olacak ya da “islami” sinema diye bir şey ortaya çıkacak mı, bunu da zaman gösterecek. Altın Portakal’da ödül alan Gülizar özellikle başörtülü bir kadın olması burada önemli. Yine çok konuşulan Gassal dizisi. Bunun da senaristinin başörtülü bir kadın olması önemli. İslami camia sinemada bir atılım yapabilir mi? Bunu etraflıca düşünürsek, şartlar müsait. Artık para ve imkanlara daha kolay ulaştığımızı var saydığımız bir dönemdeyiz. Ama sinema teorisi üzerine ne kadar düşünülüyor, bu tartışılır. Herkes film çekme derdinde. Ama mesele sadece bir hikaye anlatıp geçmek mi, estetik bir zevk meselesi mi? Takip edebildiğim kadarıyla bu yapımlar, doğa, tarih, insan hikayeleri gibi gerçeklerle dolu. Bu hikayeler elbette kıymetli ama asıl hikayeyi kim anlatacak. 20 yıllık bir iktidar etrafında, hiç mi ötekileşen yok, hiç mi açlık, yoksulluk yok, hiç mi travmatize olmuş hayatlar yok. Bunları göremiyoruz yapımlarda. Bunlara dair konulara girmek biraz tabu oluyor. Bence eğer İslami camianın tam anlamıyla bir sineması olacaksa, bunun yolu, eleştirel dilden geçecek. Kol kırılır, yen içinde kalır anlayışı bir şey ifade etmiyor. Ya da körler, sağırlar birbirini ağrılar anlayışı da bir şey ifade etmiyor. Eğer tam anlamıyla bir sinema şenliği ortaya çıkacaksa, islami kesimde bir de geçmiş kadim hikayelerin çağımızda yeniden yorumu olmalı. Eleştiri ve geçmişe sahih bir bakış olmadığı sürece; İslami camianın üreteceği sinemanın da bu ülkeye bir hayrı olmayacak. Sadece bir süre avuntu içinde gelip geçecek. Eleştiri zaten biraz tabu gibi anlaşılıyor. Halbuki yapıcı eleştiri geliştirir, varlık zıddıyla kaimdir sözü gibi, başka hikayeye bakmak sizin kendinize güvendiğiniz anlamına gelir. İktidarın günahlarının da bir sinema dili olması, bu ülke için kaçınılmaz son olur diye düşünüyorum. Seküler camiada bunların yapıldığını iddia edebilirsiniz ama kendi içinizde bir tartışma ve karşıt fikir üretme, gözünüzü gerçekten toplumun yaşam alanındaki sorunlara çevirmediğiniz sürece de yıllarca melodramlar çekip durursunuz diyorum. Bu kadar imkan, bu kadar bakış, sıradan hikayeler anlatmakla harcanmamalı. Günün sonunda; bu ülkede milyonlarca insanın yaşadığı açlık var. 
Eğer bu görülmeyecekse, “müslümanca sinema” yapmanın da bir önemi yok diye düşünüyorum. Günün sonunda, MÜSİAD’ın böyle bir girişimini olumlu buluyorum. Ama teorisiz ve halktan kopuk sadece festivallerde dostların bulunduğu ortamı da sağlıklı bulmuyorum. Biz Hak üzerine düşünürken, halk üzerine düşünürüz aslında, teoride bunların birbirinden kopuk olduğunu düşünmüyorum. Bu çabaları anlamlı bulmakla birlikte, yetersiz ve eksik görüyorum. Elbette bu dönem gelecek “müslüman” sinemacılar üzerinde bir etki bırakacaktır fakat, bunun bir sanata dönüşmesi ise; uzun yıllar emek isteyen bir uğraş. Müslümaca bakışın içinde halk ve adalet yoksa, bu bakış, geleceğe bir şey bırakmayacaktır. Bir dönem paramız vardı, eğlendik, demek dışında da bir önemi olmayacaktır. Bakış her şeydir, buradan başlayarak vizöre yanaşmak da belki anahtar olabilir.
 

26 Aralık 2024 Perşembe

Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri ya da savruk öfkemiz!

Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri filmi üzerine edebiyatburada.com'a yazdığım yazı. 

Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri ya da savruk öfkemiz!

Türkiye’de bir milyonun üzerinde mevsimlik işçi var. Özellikle yaz aylarında ortaya çıkan ve ülkenin her yerini gezen, çok da iyi olmayan şartlarda bu insanlar çalışıyorlar. Bu emeğin karşılığında ise aldıkları paralar gerçekten komik denecek düzeyde. Bu şekilde hayatını sürdüren ve geçinmeyen çalışan bu insanlar; sosyal hiçbir güvenceye de sahip değiller. Zaten ülkede var olan ciddi işçi sorunu, mevsimlik işçide daha dramatik bir hal alıyor. Okul çağında olan çocuklar, kadınlar, erkekler, geçinmek için ülkenin dört bir tarafına dağılıyor ve hayatları bu dramlar üzerine kuruluyor. Elbette bu açığa sebep olan mevcut neo-liberal politikalar. Marx’ın deyimiyle “görülmez emek” olan bu insanlar, hayatın her aşamasında, yoksulluk ve açlıkla mücadele etmenin yollarından biri olarak mevsimlik işçi olmayı seçiyorlar. Belki de, başımızı önümüze koyup, biraz daha yakından bu insanların emeğine odaklanabiliriz. Ya da seçim dönemlerinde kapımıza gelen siyasetçilere bu meseleden biraz daha söz edebiliriz. Yapılacak çok şey varken, üzerimize düşenlere karşı da sorumluluklarımız ayrıca artıyor.

Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri, Murat Fıratoğlu’nun ilk uzun metraj filmi. Filme konu olan ise; Siverek’te domates kurutma işinde çalışan Eyüp’ün, iş vereni Hemme ile ettiği kavga. Elverişsiz şartlarda, az işçi, çok iş gibi çalışmak zorunda kalan Eyüp ve işçiler, Hemme’nin ödemeyi geciktirmesiyle birlikte, kavgaya tutuşurlar. Hemme kavgada, Eyüp’e küfür eder. Eyüp’ün hikâyesi o noktadan sonra başlıyor. Eyüp, öfkeyle intikam almak üzereyken, başından komik denecek olaylar geçiyor.
Belki de, dramın olduğu yerde en iyi çare olarak mizah aramızda dolanıyor. Domates işçileri o yoğun sıcağın altında çalışıyorlar ve emeklerini alamıyorlar. Domates işçilerinin ellerine yapılan yakın plan fotoğraf sanatçısı Doris Ulmann’ın “Bir İşçinin Elleri” gibi. Eller ki, yorgun ve nasırlaşmış, eller ki çabuk ve hızlı, eller ki, yaşama karşı dirençli.
Domates tarlası görüntü olarak da çok güzel bir atmosfer sunuyor, yaşanan dramı kıran şeylerden biri de, o muhteşem görüntüler. Kamera güneşe doğrulduğunda, aşağı inerken, ekran beyaza düşüyor. Bu da sinema içinde bir sinema duygusu katıyor filme. Yere indiğinde ise, mücadele devam ediyor.
Görüntüler itibariyle filmi Abbas Kiyarüstemi’nin sinemasına yakın bulabilirsiniz. Boş kadrajlar, uzak çekimler, ağaçlar, domates tarlası, sürekli uçuşup duran poşetler. Kiyarüstemi’nin Kirazın Tadında filminde de, bir adam intihar etmeye karar verir. Sonra onu yaşama bağlayan şeylerle hikâye devam eder.
Burada Eyüp’ün öfkesine şahit oluyoruz. Bir tarlada ya da metropolde hangimiz haksızlığa uğramıyoruz ki. Hangimiz öfkemizi yönetme konusunda başarılıyız ki. Eyüp’te çareyi Hemme’yi öldürmekte buluyor. Bunun için eve gidip tabancasını aldığında; önce çok da yeni olmayan motoru bozluyor. Sonra yolda, gülleri çok seven bir tanıdığı karşısına çıkıyor. Daha sonra aldığı karpuzu evine götüremeyen yaşlı amca karşısına çıkıyor. Derken yol boyunca hikâyeler uzayıp gidiyor. Hikâyelerin yol boyunca yaşanması da ayrıca bir hikâye açıyor bize.Belki biraz materyalist bakış arıyoruz. O da şöyle; Eyüp’ün uğradığı haksızlık sonunda Hemme’den intikamını almalıydı. Bu ayrıca, sistemle hesaplaşma da olurdu. Ama Eyüp’ün hikâyesi tam da hayattan beklediğimiz gibi oluyor. Öfkemizi akıtacak boşluklar bulamadıkça, bizler başka hikâyelerin içinde kaybolup gidiyoruz. Başka hikâyelerde başka birisi oluyoruz. Acaba öfkemizi çıkarabileceğimiz bir dünyada yaşasaydık, yaşam başka türlü mü akardı. Eyüp’ün teyzesinin oğluyla karşılaştığı sahnede de sınıf farkı var, sınıf farkı o kadar var ki; arabanın özellikleri üzerinden gözümüze sokuluyor. Eyüp, üç beş kuruş parasını alamazken, teyzesinin oğlu lüks otomobilin özelliklerini sayıyor. Filmde, işçiden üst sınıfa, dini motiflerden, sıradan insanlara anlatılmak istenen ve gösterilen, her biri ayrı bir kapı açıyor. Ama benim en çok merak ettiğim öfkemize ne oluyor. Eyüp, bir özür telefonu alıyor ve o noktadan sonra sakinleşiyor. Peki, mesele bu kadar kişisel mi. Yaşadığımız haksızlıklar bu kadar kişisel mi? Hesap soracağımız merciler yok mu?
Bizler birer Eyüp olarak, öfkemizi konuşlandıracak yerler arıyoruz. Hayatın büyük acımasızlıkları altında kaybolup gitmek istemiyoruz. Hayat bizi, bir tür kara mizaha itmiş olsa da, yaşam karşısında öfkemizin sesi çıksın istiyoruz.
Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri, şu an gösterimde, gidip, izleyip, benim bakışıma ek yapabilirsiniz.

18 Kasım 2024 Pazartesi

MAVİDE BİRLİKTEYİZ VE BU SONSUZ- şiir

matbu şiir dergisi Ruhsatsız'da yayınlanan şiirim:


MAVİDE BİRLİKTEYİZ VE BU SONSUZ


denizde bir dalga
parçalıyor kıyıyı
tıpkı içimde bir yer
o yer öyle senin
o yer öyle kendine ait
burada durup bir lideri
yanımıza alabiliriz
burada durup
bir elmayı birlikte soyabiliriz  
başka şeylerde yapalım
halka mahsus
ücreti düşük bir nesne olsun
hediyeleşebiliriz papatyalarla
ama kır papatyası
seninle şöyle aynı manzara bakıp
denizin ufkundaki maviyi
göz hizasına koyabiliriz
seninle şöyle kumdan ev yapabiliriz
bunlar oyunlarımız
seninle en çok bir sonsuzluk duygusunda
bir araya gelip
maviyi kutsayabiliriz
gözlerimiz bir çağdan ödünç alınmış gibi
sözlerimiz de bir duvarı balyozla yıkıyor gibi
gerçekle hayal arasında
bir sahilde oturup
yeryüzüne mavi tutku bırakabiliriz
bunu düşünelim
ellerimiz için
halk için
ayaklanma ve köşesinde
saksıda bir çiçek için
mavi bir kalp yapabiliriz

BİR BOMBA PATLIYOR EKRANDA SANA BANA DAİR YAĞMUR ALTINDA-şiir

online şiir mecrası grunge poetry'de yayınlanan şiirim. 

https://grungepoetry.com/2024/04/01/bir-bomba-patliyor-ekranda-sana-bana-dair-yagmur-altinda-zeynep-karaca/ 


BİR BOMBA PATLIYOR EKRANDA SANA BANA DAİR YAĞMUR ALTINDA

gün boyu yağmur yağdı
yer ıslak, gök ıslak, ortada kalan her şey ıslak
bir bomba sesi geliyor bir yerden
twitterda görüyorum, reelslerde karşıma çıkıyor
youtuba da sıkça düşüyor bombalar
öylece burada durup seni seviyorum
bir pencerem var, tanısan seversin
pencerem öyle açık öyle dünyadan öyle insan
camı okşasan anlarsın
ot olmak istiyorum bazen
daha iyi hissetmek yağmuru
ağaç da olmak istiyorum
daha köküne heves duyan
durup gök olmalıyım diyorum
sana sürekli bulut getiren
yokuşlu yollar, yürümek ve biraz sen
bunlar iyi geliyor, tütün ve iyi ekmek hayali
bilgisayarın başında zaman hızlı akıyor
fotoğrafını açıp tam ekran yapıp
seni eve almışım gibi bir duygu
bir yerde bombalar patlıyor
ölüyor çocuklar gülümser gibi annelerine
dönüp önümüze çok şükür hayattayız diyoruz
aşırı ölüyor çocuklar, ekran başlarında
karmaşık bir hayal kuruyorum sana, bana dair
bir çocuk taşla ve sapanla intikam alıyor hayattan
rüyadan uyanmış gibiyim
sana ve bana dair yağmur yağıyor
borsada kazananlar vardır bugün, dolarda ve altında
iyi şaraplar içmiş olanlar vardır
güzel ve pahallı bir restoranda vakit geçirmiş olanlar
dünyada karına kar katmış olanları da ekleyelim; emlakçılar
ben pencerede, beynimde patlayan ses
sana dair en güzel hayaller
aşağılık mıdır insanoğlu, yukarılık mı
bir bilinmez macera mı yeryüzü
yoksa yakında kavuşacak el mi
uyanır uyanmaz baş ucumdaki su, bahçede öten kuş
nedir bu pencere hangi göğe açık
nedir bu patlayan bomba hangi göze düşman
dünya telaşı arası,
biraz sen biraz ben
kır papatyası seyahatte
güzel ve iyi bir yer olacak
yeryüzü, bu şiire inan

TRT1 Radyo Kültür Turu programı

 
TRT1 Radyo'nun Kültür Turu programına, 
geçtiğimiz aylarda katılmıştım,
buradan dinleyebilirsiniz. 


UZUN SÜRE AŞKI SOKAK LAMBASI SANMA- şiir

matbu şiir dergisi Buzdokuz'da yayınlanan şiirim: 


UZUN SÜRE AŞKI SOKAK LAMBASI SANMA


bir rastlantı, öylesine,
bulut yere düşmüş, kedi kaldırıp öpmüş gibi
yol, karmaşık biraz, bir sokağa ve ana caddeye açılıyor
insanlar bazen akın akın, bazen yalnız geçiyor oradan
film seti kuruluyor başka bir gün
oyuncular çaycıya gelmiş, bu sahne filmde yok
uzun, uzun gözümü bir noktaya dikmiş
uzun ve daha uzun noktada kaybolmuş gibi
bakıyorum, sadece bir vücut dönmesi
araya aylar, araya aylar giriyor
tekrar geçiyorum o yoldan tekrar ve tekrar
cep telefonu özellikle internet güzel icat
kalp bir yakınlaşıyor favori ile bir uzaklaşıyor
kalp bacağı kırık sandalye gibi
yerini durmaksızın yadırgıyor
böyle zamanlarda annemin cenazesini düşünürüm
aşık olduğumda söğüt ağacına sarılırım
anneme mezar tahtası yapılan söğüt
ne aziz, ne soylu, ne devingen bir ağaç
bulutların altında, saklambaç oynayan güzellik
böyle zamanlarda bir mezar bulurum
konuşmak için, uzun ve kısa
içimde bir sarsıntı, artık yarıldı ay
ben mezar taşına aşkımı anlatırım
çok mevsim geçti, kışta iyice üşüdüm
soğuğu da severim üstelik, nefes buz tutana kadar
yazı biraz az, terlemek korkunç
ilkbahar, sonbahar müptelasıyım
başlangıçların ve hüzünlerin
geçiyorum bir kez daha aynı yerden
bir an takılıp kalmışım bir göz hizasına
durun burası çok tuhaf fırlatın beni uzaya
aşık olacağıma astronot olayım daha iyi
hanın taşları ayağıma takılıyor
tökezlediğimde düşmüyorum daha çok
kalbim karıştığında düşüyorum
tarihi çok geniş Namık Kemal’e gidiyor
aşırı geniş Ahmet Mithat Efendi’ye de uğruyor
vatanı severim, aziz ve güzel gelir
insanları daha çok severim
bana sorunlu ama güzel bir şey gibi görünür
bazen durup geçerken
ağlıyorum, ağlamak da aziz gelir bana
mükemmel icat internet
siliyor gözyaşlarımı
birden bir sevinç oluyorum
kalbimde infilak
birden bir kediye dönüşüyorum
içimde mivaylamak
ağaç gölgesi arıyorum

iyidir serinlik
kalp ağrımı koyacak yer arıyorum
iyi oluyor hayal
aşk diyorum bir buçuk saniyede oluyormuş
tam bir buçuk saniye
sürüyor, aylar, mevsimler, saatler boyu
o kadar rüya görüyorum
Edip Cansever bana makale yaz diyor
o kadar çok rüya görüyorum
Robert De Niro düğünüme katılıyor
öyle durmaksızın yağıyor yağmur
öyle yoğun öyle akşam
öyle yorgunum
öyle kedime ıssız
uyansam bir öpücükle
kahkaha sanarak sabahı

tavuk şiş yerken bulgurla yakınlaşma -şiir

 online şiir mecrası petroleus'ta yayınlanan şiirim: 





zeynep karaca

tavuk şiş yerken bulgurla yakınlaşma

bu kantitatif bir yargı değil
üstelik bunun hipotezini çıkaracak
biri henüz aramızda dolanmıyor
bu çağın ve bu dünyanın burasına
geçmişin hayvansal yağlarına dair
içinizde çok da bilenen bir
uzmanı yok
sadece şöyle şeyler var
bir tavuğu yerken, çöp şiş tavuk bu
aklımda birden onun tavuk olma
ve bahçede gıdaklaması geliyor
bir başka zaman mutlu ya da
mutsuz olmamı ben de
andan bakarak okuyamadığım
zamanın büyüteci olarak
balık yerken mesela
aklıma birden onun suda
daha keyifli olacağı bilgisi geliyor
sonra başka bir gün
bir dürümü yerken mesela, et dürüm bu
onun inek ya da öküz olma
ve kırda bir yerde daha mutlu olabilir varsayımı
sanki birden möö der gibi bana bakıyor
bunların toplamı olarak
inceliyor duygularım
belki kelimeler belki satırlar
konuşmayan bu canlılar için
söz alarak, cümle kurmayı deniyorum
eksiliyor zaman, eksiliyor
midemin suyu
eksiliyor boşaltım sistemim
eksiliyor zaman
yaklaşıyorum hücreme
aşırı vitaminli olarak
ney benim toplamım
ve benden geriye bir başka
oluşun mümkünlüğü, nasıl, bilmiyorum
hayat bir yerlerde mutlaka aranıyordur
yargısı
en son bulguru yerken
dişlerimin arasında beliriyor.

SAYIKLAMALAR İKİ

 SAYIKLAMAR İKİ En son ölüm gelir yine de erken deriz diyordu biri. Sahi sonda mı geliyor ölüm, her şey tamam olduğunda mı geliyor. Yakınını...