31 Ağustos 2025 Pazar

SAYIKLAMALAR İKİ

 SAYIKLAMAR İKİ





En son ölüm gelir yine de erken deriz diyordu biri. Sahi sonda mı geliyor ölüm, her şey tamam olduğunda mı geliyor. Yakınınızı kaybettiğinizde bilirsiniz önce anılar nükseder, sonra büyük bir boşluk zamanla onun yerini özlem alır. Ama ne çare, gitmiştir, gidecek olan kalmıştır kalacak olan. Teorik olarak ölüm üzerine çok düşünüyorum, bu beni insana daha yakın kılıyor. Daha anlayışlı ve biraz da merhamet dolu yapıyor. Halbuki hayatın doğası acımasız. İyidir ölüm üzerine düşünmek, kendinizde bulduğunu anlamı artırır, hiç olma anlamıdır bu. Koca bir hiçsinizdir hayat karşısında. Bir gün anasızın her şeyi bırakıp gitmiş olma duygusu üzerine düşünmek güçlü bir etki bırakır sizde. Şimdi benden geriye ne kalacak duygusu. Halbuki hiçbir şey kalmayacak. Birkaç anı ve geride bıraktığınız metinler dışında. Ölümü çok düşünmek bende hayata dair negatif olmayı beraberinde getirmiyor tam aksine neşemi yerine getiriyor. Geçiciyiz ve öleceğiz duygusu. İyidir bir boşlukla söyleşmek belki de, iyidir düşünüp yeni anlamlar keşfetmek. Burada belki Bergman’ın Yedinci Mührü izlenmeli. Bir cenazeden dönüş nasıl olur peki, birini büyük bir boşluğa terk etmek. Şimdi ne olacak sorusu, şimdi kalanlar ne yapacak sorusu. Şimdi hayat her zamanki ritminde akacak mı sorusu. Yakın zamanda amcamı kaybettim, bunlar daha fazlası zihnimde dönüp duruyor.

.........................

Şehre dönüş sizde nasıl bir duygudur? Ben nereye gitsem İstanbul’a dönüşü kutsuyorum. İstanbul şehir çünkü. “Sana dün bir tepeden baktım  Aziz İstanbul, Görmedim gezmediğim sevmediğim hiçbir yer, Ömrüm oldukca gönül tahtıma keyfince kurul, Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer” diyordu Yahya Kemal. Bir şehir ki böyle kutsal, böyle aziz olabilir. Sevmez misiniz sürprizli sokaklarını, denizini, caddelerini. Bu şehrin içinde yaşamak belki zor ama güzel. Çocukken amcamlar köye gelirdi, İstanbul’dan geldiklerini biliyordum. Sonra ben bir oyun oynamaya başlamıştım, karşı tepelere bakıp, İstanbul hangi tepenin ardında diye kendimce tahminler yapıyordum. Uzak bir tepe belirlemiştim İstanbul o tepenin ardındaydı. Sonra gördüm evet İstanbul tamda oyunumdaki gibi o tepenin ardında. Bir şehri sevmek biraz da onu yaşamaktır, yaşayamadığımız yerlere karşı aidiyetimiz oluşmaz. Bugün belki binlerce insan ekonomik nedenlerden dolayı bu şehrin imkanlarından yararlanamıyor. Şehrin romantizmini yaparken bunları da aklımın bir köşesine iyice yazıyorum tabi. Sınıflar ve sınırlar, metropollerde daha kesin.

...............................

 Az önce Olso 31 Ağustos izledim. Tanrım bu adam çok melankolik. Kısaca uyuşturucu bağımlısı tedavi görüyor, kurtulmak için, bu sırada da hayatın içinde debelenip duruyor. Yetenekli ve zeki. Unutamadığı bir aşkı var. Melankoli büyük hastalık, iyileşmek mi, kim ister ki, iyileşmek. Donuk bir surat, kasvetli havalar, ruh halini yansıtan anlar. Hani Edip Cansever diyordu ya; “Kim bulmuş ki yerini, kim ne anlamış sanki mutluluktan, Ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşam sefaları, Söyleşin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum”. Anders tam böyle bir tip. Varoluş krizinde. Halbuki yetiştirilme tarzı olarak da bir yarası yok. İyi bir ailesi var. Sahi neden böyle olur, Tanrı bazı kullarına duygularının sorumluluğunu taşıması konusunda neden daha cömert davranır. Filmin sonu da karamsar, fotoğraf kareleriyle biraz kırılıyor karamsarlık ama Anders yine bataklığa dönüyor. Tutunacak bir şeyi de yoktu gerçi, ama adım da atmıyordu. Büyük sıkışma. Ruhu tanıdık geliyor. Bir pazar günü için izlenmesi tavsiye edilmeyecek bir film. Ama Anders, bir pazar günü, günbatımında Oslo’da araba sürüşünü hatırlıyor. Böyle depresif işlere meraklıysanız mutlaka izleyin derim.

....................

Öyle aklımda birkaç not vardı, düşmek istedim. 

7 Ağustos 2025 Perşembe

SAYIKLAMALAR

 SAYIKLAMALAR

 


Köydeyim, İstanbul’dan bir hayli uzak bir köy burası. Karadeniz köylerine en azından fotoğraflardan aşinasınızdır. Muhteşem doğası, ırmakları, dereleri, ormanları. Köy dediğimizde aklımıza gelen birçok gerçeklik burada da var; rahat ulaşımın olmaması, elektrik ve su kesintileri, bir ihtiyacınız çıktığında ilçeye ya da beldeye gitmek zorunda kalmak. Sanırım Türkiye’nin her yerinde manzaralar böyle söz konusu köy olunca.

............

Çocukluğum o büyülü gerçekliğim, nereye gitsem beni terk etmeyen o muhteşem duygu. Annemin ve babamın hayatta olduğu yıllar, dünyaya karşı kendimi en pozitif hissettiğim o dönem. Oynadığım bahçe, hayvanları otlattığım çayırlar. Meyve ağaçları; armutlar, elmalar, kirazlar, töngeller, çilek ve böğürtlen. Dereler en çok da dereler. Şarkıda Ordu’nun dereleri aksa yukarı aksa, vermem seni ellere Ordu üzerime kalksa diye anlatılan o dereler. O derenin yukarı kalkması o kadar imkansızdır ki; ve bu muhteşem bir aşk tanımlamasıdır, bu coğrafyayı bilen için. Fakat çocukken aşık değildim, böyle bir aşkın tarafı olmadım, burada.

...........

Aşk zaten nasıldır ki; benim için matris gibi, sürekli bir insanı çözmeye çalışmak, sonra çocukça bir oyuna da çeviririm bunu, zevk almak pahasına yaparım bunu, çünkü bu bana eğlence katar. Sezai Karakoç dizesi, bir insanı çöz çöz çocuk olsun. Sahi çocuk olmak ne muhteşem duygu. Burada bir dağ başında geçen çocukluğumun o muhteşem evini her aşık olduğumda özlüyorum. Birden hayattan almam gereken ilhama götürüyor beni. Halbuki aşk sadece çiledir zevkten çok. Ama güzel aşklar da vardır, denk gelirsin ve bu denk geliş muhteşem bir olaydır. Yaşarsın, yaşlanırsın, iyi biter kötü biter bir gün biter ama işte bu kutsal olan aşk.

Bazen sorarım kendime aşk nedir senin için diye; çocukluğumun en muhteşem sahnesi gelir aklıma. Burada yaklaşık dört beş ay kar yağıyordu, kar o kadar yağıyordu ki, kalınlığı iki metreyi buluyordu. Evden çıkamıyorduk, sadece bir odada soba yanıyordu, yemekler pişiyordu, sohbetler ediliyordu, ben oyunlarımı oynuyordum, sonra karşı dağları seyrediyordum pencereden, göz alabildiğine her yer bembeyazdı. Bu muhteşem duygunun adıdır aşk bende. Her yer ulaşılmaz olur sadece bir yer ulaşılabilir olur ve her yer bembeyaz. Bu aşk değilse nedir..

..........................

Gelmeden Turgut Uyar Şiirinin Oluşumu’nu okumuştum, aklıma takılan birçok soru vardı, Enis Akın’la görüştük, birçok soruyu sordum. Aslında Turgut Uyar dediğimiz adam, şiirde zirve dersek dönemi için haksızlık etmeyiz. Ama benim favori zirven elbette Sezai Karakoç. Neyse, Turgut Uyar, politikasız diyemeyiz politikalı demememiz için de çok bir bulgu yok elimizde, bazı doneler, etrafı solcularla dolu, ve dönemin şartları, bunların etkisinde kalıyor elbette ama hiçbir zaman aksiyoner olarak görmüyoruz onu. Atatürk’ü seviyor, Naat yazıyor, bazı sosyalist arkadaşları var, kadınlara olan bakışı şiir temelli söylüyorum pek de pozitif değil, ama bir bütün olarak baktığımızda; sanki bir dağın zirvesinde, dağı oluşturan çok şey vardır elbette, toprak, orman, kayalar. Turgut Uyar da böyle biraz. Özel hayatı da bir hayli dolambaçlı, erken evlilik, çocukları, sonra birkaç evlilik daha, iş gereği Anadolu seyahatleri. O dönemde bir insanı geliştirebilecek şeyler bunlar elbette. Ama Bilge Karasu ile yakınlığı ona yeni bir yol açıyor. Aralarındaki muhabbetin ileri seviyede de olması üzerine de düşünüyoruz. Hayat bu her şey mümkün bölümü. Korkulu Ustalık’ı okurken, şiir üzerine beni çok açmıştı. Efendimiz Acemilik yazısında; şiirde ne kadar ustalaşırsak ustalaşalım, bir yanımızda acemi duygular kalmalı diyordu. Ben bunu hayata bakış olarak da okumuştum. Şair dediğimiz her yolun gideni, her yerin uçanı olmamalı değil mi. Bir şeyler eksik olmalı. Hayat karşısında bir tamamlanma ya da sürekli bir tamamlanma, tehlikeli bence. Bunun üzerine çok düşünürüm. Neyse Turgut Uyar güzel adam, iyi ki yazmış, iyi ki yaşamış.  

...................

Mutlu çocukluğumu hatırlamak için geliyorum bu köye. Her yaz gelemesem de mümkün oldukça gelmeye çalışıyorum. Çayırlarında gezmek, meyvelerini yemek, derelerine inmek beni hala mutlu ediyor. “Dünyaya bir kez çocukken bakarız. Gerisi hatıradır” diyordu Louise Glück. Belki böyle bir şeydir bendeki de. Pasajlar Dergisi’ne bakıyorum, Ekofeminizm üzerine. Doğaya şiirlerimde sıklıkla yer veriyorum, belki bir kadın olarak doğaya daha yakın hissediyorum kendimi. Belki de bir kadın olma sorumluluğunu tüm boyutlarıyla taşımak için yapıyorum bunu. Dergi genel olarak; eril tahakkümün yasalarının doğa içinde geçerli olduğu tezi etrafında dönüyor. Evet bunu biliyoruz. Kapitalizm de doğaya hükmetme derdinde. Dünya genelinde de böyle bizde de artık durum pek farklı değil. Son çıkan maden yasasıyla birlikte gelecek yıllarda bunun etkisini daha çok hayatımızda hissedeceğiz. Türkiye genelinden ziyade daha lokal bakmak istiyorum. Bizim Perşembe Yaylamız var, menderesleriyle ünlü, sanırım bu doğası sadece bu yaylada var Türkiye’de bir de Van’da var diye kalmış aklımda, o kadar nadide bir yayla işte. Oraya geçen yıl maden aramaya geldi bir şirket, halk karşı çıktı, durduruldu ama yine gelemeyecekleri ne malum. Artık talan bu kadar içimizde, gelecek yıllarda bunun iki katına çıkacağını söylemek hayal değil. Doğaya dişil bakış üzerine de düşünmeye devam etmek gerekecek diye düşünüyorum.

.................

 Muhabbeti balla bölüyorum ama burada bitirmek istiyorum. Sigara içesim geldi, vakit bulursam tekrar yazacağım. 

1 Ağustos 2025 Cuma

Fabrikanın Keyfini Kaçıran Şiirler





Suavi Kemal Yazgıç'ın son kitabım Fabrikanızın Keyfi Yerinde mi? üzerine yazdığı inceleme yazısı. 


https://edebiyatburada.com/suavi-kemal-yazgic-yazdi-fabrikanin-keyfini-kaciran-siirler/


Fabrikanın Keyfini Kaçıran Şiirler

Zeynep Karaca’nın ikinci şiir kitabı “Fabrikanızın Keyfi Yerinde Mi?”, modern dünyanın sancılarına, bireyin varoluşsal çıkmazlarına ve emeğin sömürüldüğü sistemlere karşı şiirle verilen güçlü bir cevap niteliğinde.

Şiirini hayatın tam merkezine yerleştiren Karaca, hem kadim hem de güncel meseleleri şiir dilinde bir araya getiriyor. Aşk, doğa ve emek gibi temel temalar; umut, öfke, melankoli ve direniş gibi yoğun duygularla harmanlanarak okuyucunun karşısına çıkıyor.

Kapitalizmin Dişlileri Arasında: Emek, Eşitsizlik ve Yorgunluk

Karaca’nın şiir evreninde toplumsal eşitsizlik, yoksulluk ve emek sömürüsü en güçlü temalardan biri. Özellikle “Fabrikanızın Keyfi Yerinde Mi?” şiirinde fabrika, işçilerin ellerini “iştahla yiyen” bir canavar olarak betimlenerek kapitalist düzenin acımasız yüzü sert bir dille eleştiriliyor.

“Şu Açlığı Elden Ele Uzatalım” gibi şiirler, yalnızca bireysel değil, kolektif bir açlık ve yoksunluk halini dile getiriyor. Karaca’nın şiirleri bu anlamda birer edebi manifesto niteliğinde; susturulmuş ya da görünmez kılınmış emekçilerin sesi oluyor.

Teknolojinin Gölgesinde: LED’li Aynalar ve Simülasyon Gerçeklik

Zeynep Karaca, çağdaş yaşamın ayrılmaz bir parçası olan dijital dünyaya da şiirlerinde geniş yer verir. LED lambalar, akıllı telefonlar, sosyal medya platformları (tweet’ler, reels’ler, YouTube videoları) onun dizelerinde sıradan nesneler olmaktan çıkar, bireyin gerçeklik algısını sarsan, yabancılaştırıcı ögelere dönüşür.

Özellikle “Annemin Beni Doğurduğu Evi Özlerken LED’li Aynanın Yaşam Arzusu” adlı şiir, nostalji ile dijitalleşmenin iç içe geçtiği bir yüzleşme metnidir. Karaca burada, bireyin hem mekânsal hem duygusal köklerinden uzaklaştığı çağın yabancılaştırıcı etkisini sorgular.

Melankoli, İsyan ve Modern Ruhun Yorgunluğu

Karaca’nın şiirlerinde baskın bir ruh hali olarak melankoli dikkat çeker. Bu melankoli, yalnızca kişisel bir hüzün değil; kolektif bir tükenmişlik hissidir. Emek temasıyla birleşen bu duygusal atmosfer, şiirlerdeki ironiyle birlikte modern bireyin ruhsal yorgunluğunu açığa çıkarır.

Şairin dünyaya olan karamsar bakışına rağmen, şiirler tamamen umutsuz değildir. Aksine, bu karanlığın içinde bir çıkış yolu arayışı, bir direniş kıvılcımı ve insana duyulan inatçı bir inanç hep vardır.

Doğanın Şiirle Direnişi: Betonun Arasında Bir Çim Tanesi

Doğa, Karaca’nın şiirlerinde yalnızca bir manzara değil, aynı zamanda bir direniş alanıdır. Şair doğayı bazen bir sığınak, bazen de insanın aynası olarak kullanır.

“Çimin Biri Bir Gün 21 Gram” şiiri, doğanın kırılganlığına ve insanların ona gösterdiği duyarsızlığa güçlü bir itirazdır. Bu itiraz, sessiz bir yas gibi yayılır şiirin satırlarına. Öte yandan, “Biraz Yosunlu Biraz Hışırtılı Yaz” gibi şiirlerde doğa, şefkatli ve dingin bir dünyaya açılan kapıdır; nostaljiyle yüklü bir içsel yolculuk sunar.

Karaca, doğayı aynı zamanda betonlaşmaya karşı bir metafor olarak işler ve ekolojik bir bilinç yaratır.

Aşk: Direnişin ve Dönüşümün Şiirsel Formu

Zeynep Karaca’nın şiirinde aşk, yalnızca bireysel bir duygulanım değil; sınıfsal, politik ve metafizik boyutları olan bir güç olarak resmedilir. Şiirlerde aşk, bazen “devrim”, bazen “armağan”, bazen de “ayaklanma”dır.

Surların Üzeri Kaç Köşeli şiirinde, aşk tarihsel ve mekânsal bir bağlamda ele alınır. Sevgililerin şehirle ve tarihle kurdukları ilişki, şiirde estetik bir yeniden yorumlamaya dönüşür. Kalbin Yeryüzünde Açık Ameliyatı ise aşkı “yeryüzüne yayılan” bir direniş olarak sunar.

Modern ilişkilerin kırılganlığına da dokunur Karaca: “Aşk diyorum, bir buçuk saniyede oluyormuş” dizesi, hem bir ironi hem de duygusal hız çağının bir teşhisidir. Ancak her durumda aşk, bir çıkış yoludur; insanı yeniden kuran, dönüştüren bir güç.

Bir Umut Işığı Olarak Şiir

Zeynep Karaca’nın şiirleri; bireyin toplumla, teknolojiyle, doğayla ve kendi ruhuyla olan mücadelesini çok katmanlı bir şekilde işler. Şiirlerindeki karamsarlık; emek sömürüsünün yarattığı öfkeyi, doğaya karşı duyarsızlığın hüznünü, dijitalleşmenin getirdiği yalnızlığı ve aşkın kırılganlığını içerir.

Ama bu şiirler yalnızca karanlığı anlatmaz; içinde umut, direniş ve sevgi barındırır. Karaca’nın şiirleri, yeryüzüne ve insana dair inancını kaybetmemiş, hâlâ direnmeye hazır bir sesin ürünü olarak okuyucuyu hem düşündürür hem de harekete geçirir.

Fabrikanızın Keyfi Yerinde Mi?”, çağın içinden geçen ve ona karşı şiirle söz alan bir kitap. Zeynep Karaca, şiirleriyle sadece çağdaş bireyin kırılganlığını değil, bu kırılganlık içinde nasıl direnileceğini de gösteriyor. Fabrikanın keyfini kaçıran bu şiirler, insanın ve dünyanın hâline kulak veren herkese hitap ediyor.

SAYIKLAMALAR İKİ

 SAYIKLAMAR İKİ En son ölüm gelir yine de erken deriz diyordu biri. Sahi sonda mı geliyor ölüm, her şey tamam olduğunda mı geliyor. Yakınını...